A.Ş.K.K. ailesinin dünyasına hoşgeldiniz :))

İŞTE BİZ :)
ALTAN-ŞEBNEM-KARİN-KUZEY

 
Posted by Picasa

25 Ağustos 2009 Salı

HEP AYNI NAKARAT - ÇOCUKLARIMIZA HAYIR DİYEBİLMEK...

Çocukların ablası (bakıcımız) bizimle toplantı yapmak istedi…
Bunu ilk söylediğinde yüreğim ağzıma geldi “eyvah işi bırakacak herhalde” diye düşündüm
Ama çocuklar büyüdüğü için bazı davranışlarına nasıl tepki vereceği konusunda kararsız kaldığı için yardım istiyormuş. Bunu iş arkadaşlarıma anlattığımda herkes “vaaayyy, eee pedagoğun çocuklarına bakmak kolay değil tabi ki”diye yorum yaptılar. Acaba gerçekten bizim çocuklara bakmakta zorlanıyor mudur? :)
Disiplin konusu hakikaten tam bir muamma… “Ne zaman, nasıl ve ne kadar” soruları bizim evde de soruluyor. Üyesi olduğum bir internet sitesinin forum sayfalarının birinde de “çocuklarımıza terbiye” diye bir konu başlığı açılmıştı. Üyelerden biri “ne terbiyesi, çorbaya mı?” diye bir yorum yapmıştı. Bu kadar küçük çocuklarda gerçekten terbiye ve/veya disiplin olabilir mi? Ne zaman, nerede ve ne kadar “hayır” demeliyiz acaba? Ablamız da bu konularda bilgi almak istemiş. Eee ne de olsa, artık 14 aylık oldular… Sorunlar da büyüdü. En çok da kızımla ilgili zorluklar yaşıyormuş, bezini değiştirmek istemiyormuş, yemeğini yediği halde daha fazla -özellikle ekmek- yemek istiyormuş, genel olarak mutsuz bir hali varmış, sürekli bir şeyleri atma halindeymiş, özellikle de balkona çıkınca mandalları aşağıya atıp, “atttiii” diyormuş. Evet bunlar bizim de gözlemlediğimiz, ama çok da üzerinde durmadığımız çeşitli durumlar, ama eşimle bizim akıl edemediğimiz, bizim dışımızdaki kişilerin bu durumlarla başa çıkmakta zorlanabileceği idi.
Toplantımızı yaptık, ablamızın biraz kafasını karıştırdık, ama anladığını söyledi, tabi biz de iki tane çocuk olunca her söylediğimizin uygulamaya geçmesi oldukça zor, şu aralar oğlumuzun keyfi yerinde, sorunsuz devam ediyor, bu yüzden kızımızla biraz fazla ilgilenmesini ve kızımızın sorunlarına eğilmesini salık verdik. Tabi sadece bunları yapmakla iş bitmiyor, oğlumuz da büyüyecek, daha doğrusu kızımızın duygusal olgunluğuna erişecek ve aynı zorlukları o da çıkaracak, anlayacağınız bizim evde durumlar “hep aynı nakarat” :)

NOT: Bu arada kızım bizden “parmak sallayarak hayır deme” davranışını öğrendi ve gitmemesi gereken bir yere gittiğinde veya ellememesi gereken bir şeyi ellediğinde kendi kendine bu hareketi yapıyor, dahası, oğluma da yapıyor. Geçenlerde oğlum prize doğru yaklaşmış, kızım da yanında, ama her ikisi de eşimin görebileceği bir noktada değillermiş. Kızım babasına gelip gelip bu hareketi yapıyormuş, bir oğlumun yanına bir babasının yanına gidiyormuş. Sonunda eşim kalkmış ve oğlanın prizin yanındaki fişle oynadığını görmüş. Yani kızım otokontrolünü iyi geliştirdi anlayacağınız :)
Posted by Picasa


“HAYIR” DİYEBİLMEK
Acaba biz yetişkinler bunu günlük yaşamımızda ne kadar başarabiliyoruz? Kendi sınırlarımızı çizip, anne babamıza, arkadaşlarımıza, amirlerimize bu sınırlarımız dahilinde “hayır” diyebiliyor muyuz? Ama çocuklarımıza karşı bu kelimeyi bonkörce kullandığımıza çok şahit olmuşumdur. “hayır” kelimesinin, çok kullanıldığında karşımızdaki tarafından dinlenilmeme özelliği vardır. Yani, tehlikeli bir kelime :)Peki çocuklara “hayır” demezsek ne diyeceğiz?
Çocuklara küçük yaştan itibaren ayına, yaşına uygun disiplin verilmesi gerektiğine inanan bir uzmanım. “daha küçüktür anlamaz”, “bu kadar çok ağlatmanın ne gereği var, anlamaz” diyen büyüklerimize inat, mutlaka ve mutlaka belli prensiplerimizin olması gerektiğini düşünen bir uzmanım
Disiplin için öneriler;
- Her zaman için alternatifimiz olmalı; “hayır” demek yerine dikkatini başka yöne çekerek alternatifler sunmak. Mandalları “atmak” istiyorsa ona kova sunmak ve mandalları kovaya atmasını sağlamak, balkondan aşağı atmak istediğinde “hayır” demeden!!!
- Tutarlı ve kararlı olmak; bir gün “hayır” demek ve ertesi gün yaptığı davranışa izin vermek çocuğun kafasının karışmasına ve daha çok davranış sorunlarına yol açacaktır
- Ne olursa olsun karşımızdakinin “çocuk” olduğunu unutmamak; bazen bizim prensip ve kurallarımız çocuğumuzun ay ve yaşına uymayabilir, gerektiğinde kuralları esnetmek, ama ortadan kaldırmak değil
- Aşırı ödül ve aşırı cezalara kaçmamak; ödül ve ceza eğitimin vazgeçilmez parçasıdır ancak, çok sık kullanıldığında etkinliliğini yitirir, dikkatli kullanmak gerekir.
- Elektronik bakıcılara güvenmemek; televizyon, bilgisayar, play station gibi elektronik bakıcılar çocuklara disiplin kazandırmaz, sadece bizlere zaman kazandırır.
- Uygun modeller olmak; dünyanın “en altın” kurallarını da uygulasak uygulayalım anne babalar çocuklarına uygun modeller olmadığı sürece disiplin konusunda bir arpa boyu yol gidemeyiz. Anne babanın evde birbirlerine karşı kullandıkları kelimelerden tutunda ses tonuna, göz kontağına, vücut duruşuna kadar her şey çocukların gözlem alanındadır, dolayısıyla her davranışımızın da model alınabileceği unutulmamalıdır.
- Yaşa ve gelişim düzeyine göre kuralları gözden geçirmek; çocuğumuz 1 yaşında iken uyguladığımız kurallar ile 3 yaşındayken uyguladığımız kurallar aynı olamaz. Bir başka deyişle; okul öncesi dönemdeki bir çocuk ile okul dönemindeki çocuk aynı şekilde davranamayacağı gibi biz de aynı anne baba olamayız. Aradan geçen seneler bizim de davranışlarımızda değişiklik yapmamızı gerektirir. Çocuğumuz olgunlaşır, onun ihtiyacına göre kurallarımızda ve uyguladığımız disiplin tekniklerinde değişiklikler yapmamız gerekir.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

İKİZ BABASI OLMAK...

Posted by Picasa

Bir arkadaşım ikiz babası olmak nasıl bir duygu diye sormuştu. Bunu yazarken tam da bu sırada ikizlerim aynı anda uyandı ve eşim uyuduğu için tekrar uyuttum geldim. Ve bir kez daha onları uykuda izledim bi müddet... Şu an gecenin bir yarısı ve ben gidip bir de eşimi izledim uykuda...ve düşünceler sardı zihnimi.. İçim sıcacık oldu, tarifsiz bir huzur kapladı,hafiflemiş gibiyim..beynim mutluluk hormonu salgılıyor belli.. Biz erkekler, ebeveynlik konusunda eşlerimizin bir adım gerisindeyiz bence .. Anne- baba olma konusunda.. "baba" olma konusunda çok azımız "anneler" kadar başarılı.. Bence de hiçbir zaman "anne" gibi "baba" olamayacağız.. Cinsiyet farkı değil sadece.. Roller de değil yada yapılan işler, harcanan emekle çocuklarımızla geçirilen zaman da değil kastettiğim.. Kastettiğim şu ki, biz erkekler "baba" olmayı öğreniyoruz.. Ama eşlerimiz - kadınlarımız anne adayı olarak doğuyor ve sanki genlerde kodlanmış gibi, bir gün önce tanıdığımız, tanıdığımızı sandığımız eşimiz gebelik haberinden sonra birden ve zamanla gebelik sürecinde değişiyor sanki.. Olumsuz bir değişim değil elbet bu.. Bu sadece anneliğe başlangıç bana göre..yani genlerdeki kodlanmış annelik süreci, döllenmiş yumurtanın rahime düşmesi ile başlıyor ve doğum anına kadar gelişiyor.. Eşlerimiz "anne" olmayı o zaman yaşamaya başlıyorlar.. Ve bir çok erkek bu hamilelik - doğum sürecinde eşlerinin duygusallığını, ağlama nöbetlerini, gün be gün değişen psikolojilerini "kapris - dengesiz" diye niteliyor ne yazık ki ve uzak duruyor eşinden.. Oysa bilmediği bir şey var erkeklerin. Eşi, eşinin vücudu - kimyası anneliğe hazırlanıyor.. Başta yokken - önyargılıyken baba adayı.. Bebek doğunca "baba" oluveriyor birden... Oysa biz hiç yaşamadık o mide bulantısını, en sevdiğimiz yiyecek nasıl olurda kokusu rahatsız eder bunu anla(ya)madık.. Bebeğin hareket etmesi nasıl bir duygu, insan ne hisseder? Hiç birimiz yaşamadık bunu.. Sadece sorduk..en önemlisi içinde, hemen göbek deliğinin altında, senin vücüdunda, senin içinde seninle nefes alan, 24 saat beraber olduğun bir canlının olması, bir canlı yaşamın varlığı nasıldır, ne hissettirir, onunla yaşamak nasıldır hiç bir baba yaşamadı bunu.. Bebek doğunca "baba" oldu ama "anne" çoktan "anne" olmuştu bile.. Sadece neyi, ne zaman yapacağı, neyin ne anlama geldiğini öğretmek kalıyordu bebeklere.. "anne" bunu da "baba" dan daha kısa sürede öğrendi zaten "anne" olmanın avantajıyla...İmkan olsaydı eğer, eğer teknoloji gelişseydi o kadar bir erkek olarak hamilelik sürecini yaşamak isterdim, o kutsal görevi yerine getirip, en değerli hazinelerin taşıyıcısı - koruyucusu olmak isterdim ve biz babaların çok sonra kurabildiği ( bazılarının kuramadığı ) o duygusal bağı en başından kurmak ve yaşamak isterdim.. İşte eşlerimiz, işte siz kadınlar - anneler bu yüzden kutsalsınız bu yüzden bizlerden bir kaç gömlek üstünsünüz.. Biz sizin bildiğiniz bir çok şeyi ya bilmiyoruz ya da yavaş yavaş öğreniyoruz.. Siz "anne" liği en başından beri yaşarken biz doğumla birlikte "baba" lığı öğrenmeye çalışıyoruz..

A.Ş.K.K.'NIN A'SI...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

ZALİM ANNE BABA OLMAK...

Oldukça gecikmiş (!!) bir “hayırlı olsun” oturmasına gelmişti arkadaşlarım… Evin kalabalık olmasından olsa gerek bizimkiler biraz huysuzlandı. Zaten bana ve babaannesine yapışık gezmeyi seven oğlum, iyice yapıştı bize. Yere düştü ağladı, kızım ona dokundu ağladı, sebep yokken ağladı, ağladı da ağladı. Eşimin ve benim, çocukların ağlamaları karşısında eşiğimiz oldukça yüksek, yani, dayanabiliyoruz, hatta kayıtsız kalabiliyoruz. Daha hamileyken kendimi alıştırmaya çalışmıştım, “ikisi aynı anda ağlayacak ve ben sadece bir tanesi ile ilgilenebileceğim, dolayısıyla birlikte yaşamayı öğrenmeleri gerekiyor, her ağlamalarına karşılık veremeyeceğimi öğrenmeleri gerekiyor” diye. Zaten bebeklerimiz doğdukları andan itibaren gerek kolik (nedeni belli olmayan ağrılar), gerekse gaz sancılarından nasiplerini fazlasıyla aldıklarından bizi bu konuda eğittiler diyebilirim. Neyse, sonuç itibariyle o akşam oğlumun ağlamaları karşısında oldukça kayıtsız kaldık. O sırada arkadaşım şakayla karışık “zalim anne baba” dedi. O an hiç üzerinde durmadım ama takıldım bu sözcüğe, gerçekten zalim miydik, yoksa çocuk eğitiminin katı ama kendimizce altın kuralını mı uyguluyorduk?
Çocuklar doğdukları andan itibaren eşimle çatışma içinde olduğumuz, hatta kendi ailemizdeki anlaşmazlık yetmezmiş gibi eşimin abisinin ailesinde de çatışmaya sebep olduğumuz bir konu ve soru; ağlatmalı mıyız ya da ne kadar ağlatmalıyız? Eşimiz yengesi (yani eltim) ve ben konuya farklı, eşim ve abisi konuya farklı açılardan bakıyoruz. Tipik bir cinsiyet (kadın-erkek) ve sosyal rol (anne-baba) farklılığı…Ne yapmalıyız? Bundan sonrasını ikiz annesi rolümle yazmaya çalışacağım :))

Özellikle oğlumu uykuya alıştırma aşamasında inanılmaz ağlatmıştı(k) eşim. Ben dayanamayıp balkonlara çıkmıştım. Çünkü oğlum daha 3-4 aylıktı ve ben bu aylarda bu kadar çok ağlatılmasının uygun olmadığını düşünüyordum. Sanırım 1 ay sürmüştü, ve zafer eşimindi, oğlum yatağında ve sallanmadan uyumaya alıştı. Şimdilerde bir kucak takıntımız başladı, her ikisi kucakta durmak, kucakta gezmek istiyorlar. Onları anlıyorum, biz işteyiz ve bizi özlüyorlar, ten teması istiyorlar. Burada ağlama krizleri başlıyor. İki çocuk olunca inanılmaz yorucu akşamlar yaşıyoruz. Benzeri durumlar yemek yeme zamanı da oluyor, yemek seçme davranışı başladı. Özellikle kızım kendi istediğini yemek için kıyametleri koparıyor. Benzer durumlar eltimin evinde de yaşanıyor. Bunun doğrusu nedir? Tek bir doğrusu yok, aslına bakarsanız biz duruma göre ayarlamalar yapıyoruz evde, itiraf etmem gerek, bazı durumlarda eşim daha başarılı… Ama şu bir gerçek ki eşime ve bana dışarıdan bakanlar “zalim anne baba” diyebilir. Geçen gün eşime “hani şu çok özenilen yabancı çocuklar var ya, hani otellerde falan rastlarız da ne kadar farklılar deriz, bizim Türk çocuklarını onların arasından hemen ayırt ederiz, acaba biz de o yabancı çocuklar gibi çocuk yetiştirebilir miyiz bir gün acaba?” dedim. O da “e burada ne yapıyoruz sanıyorsun, başladık bile” dedi. Sonra düşündüm de, acaba mümkün mü böyle çocuk yetiştirmek; “zalim” olmadan, “farklı” olmadan? Siz ne dersiniz?
Sevgiler
A.Ş.K.K.’nın Ş.’si



UZMAN BLOG YAZARI GÖZÜYLE…
Çocuklarda görülen ağlama davranışlarının birçok sebebi vardır ve yaşa göre değişir. Birincisi ve en önemlisi çevredeki yetişkinlerin dikkatini çekmek ve istediği şeyleri elde etmek ve/veya istemediği şeylerden uzaklaşmaktır. Özellikle bebeklik döneminde çocuklarda görülen bu davranış, çevreden aldığı tepkilere göre sorun davranış haline dönüşebilir.
Ağlama davranışı sözel olmayan bir davranış biçimidir ve çocuklar konuşmaya başlamadan önce çevreleriyle iletişime geçmenin bir yoludur. Dolayısıyla, oldukça sağlıklı bir davranış görünümündedir. Sağlıksız olan ağlama davranışına yetişkinlerin yüklediği anlamlardır (çocuk ağlatılmamalı !!!!). Ne zaman çocuğun çevresindeki yetişkinler ağlama davranışı karşısında uygun olmayan tepkiler verir, işte o zaman çocukların ağlama davranışı mızmızlık, uyumsuzluk olarak değerlendirilir.
Çocuğun uygun olmayan ağlama davranışları karşısında çok farklı tepkiler verilebilir, bunlar yaşa, cinsiyete göre değişebilir. Ancak en önemlisi anne babanın sabır derecesidir. Çocuklar bizim çocuklarımız, dolayısıyla, genetik olarak da birtakım özelliklerimizi taşıyorlar. Aynı zamanda bizim bebeklik dönemimiz de oldukça önemlidir. Bizler nasıl bebeklerdik? Zor mu kolay mı? Bizim bebeklik dönemindeki davranışlarımızın bir kısmını kendi çocuklarımızda görmemiz mümkündür, dolayısıyla, çocuklarımızın “bir kısım davranışları”nın değiştirilebilir olduğunu, bizim şekil verebileceğimizi unutmamak gerekir.
Ağlama davranışı karşısında verilen tepkiler davranışın süreğenliğini belirler. Öncelikle anne babaların çocuğun ağlama davranışı “iyi” analiz etmeleri gerekmektir. Ağlama davranışı fiziksel ihtiyaçtan mı yoksa psikolojik mi? Genellikle çocukların ağlama davranışının başlangıç noktası fiziksel ihtiyaçtır; açlık, canının yanması, uyku, güvenlik ihtiyacı vb. Tüm bunların dışında bir sebepten dolayı ağlama davranışı başlamışsa vereceğimiz tepki farklı olmalıdır. Tepki vermeden önce sormamız gereken sorular;
- Bebeğimiz aç mı? Uykusu var mı? Bezi temiz mi? Canı yanıyor mu?
- Herhangi bir eşyadan, kişiden korkmuş olabilir mi?
- Bulunduğu yerde, hoşlanmadığı bir durum mu söz konusudur? (yüksek ses, hoş olmayan görüntü vb.)
- Ağlama biçimi daha önceki ağlama biçimlerine benziyor mu?
- Ağlamaya eşlik eden başka davranışlar var mı? (kendisine vurma, başkasına vurma vb. zarar verici davranışlar)
- Yetişkin birey, göz kontağını kesince çocuğumuz bakışlarını ve ilgisini başkalarına yönlendiriyor mu?
- Çevresindeki yetişkinler göz kontağını ve ilgiyi kestiğinde ağlama davranışının biçiminde değişiklik oluyor mu?
Tüm bu sorulara verilen cevaplar yoluyla ağlama davranışı karşısında verdiğimiz tepkileri gözden geçirme şansı bulabiliriz. Örneğin, uyku saati yaklaşan bir çocuk genellikle ağlamaya veya uygun olmayan davranışlar sergilemeye eğilimlidir. Dolayısıyla o noktada anne babanın çok fazla inatlaşmadan ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışması uygun olacaktır. Ancak, bu öneri ilk kez ortaya çıkan ağlama davranışı için geçerli olabilir. Kemikleşmiş, birçok kez tekrarlanmış ağlama krizi durumlarında yukarıda verilen öneriyi uygulamak güç olabilir, hatta güçtür. Çünkü, kriz ile ilk kez karşılaştığınızda verdiğimiz tepkiler, ağlama krizinin bir daha ortaya çıkıp çıkmamasının, ortaya çıkarsa ne kadar süreceğinin belirleyicisidir.
Sonuç olarak, çocukların ağlama davranışı karşısında yapılacak, uygulanacak tek bir yöntem yoktur ve yöntemler anneden anneye, babadan babaya ve çocuktan çocuğa farklılık gösterir. Altın kurallar,
- Hiçbir çocuğa ağladığı için bir şey olmaz (özel sağlık sorunları hariç)
- Kendi içimizde tutarlı ve kararlı olmak gerekir (örneğin, yemek yemiyor diye başka birşey verirsek, bir dahaki sefer, yiyecek görünce ağlayacaktır ve istediğini elde edene kadar susmayacaktır)
- Çocuğun sosyal çevresinin tutarlı ve kararlı davranması gerekir
- İnatlaşmak her zaman doğru bir yöntem değildir


İzleyiciler