A.Ş.K.K. ailesinin dünyasına hoşgeldiniz :))

İŞTE BİZ :)
ALTAN-ŞEBNEM-KARİN-KUZEY

 
Posted by Picasa

24 Kasım 2009 Salı

4'Ü BİR ARADA...

İki hafta önce iki tane ikizle bir hafta geçirmek durumunda kaldık…
Eltimin 20 aylık ikizi ve bizim 16 aylık ikizimiz aynı evde, 2 bakıcı, 1 babaanne, 1 dede. Akşamları 1 bakıcı gidiyor ve eşim ve ben eve geliyoruz, nasıl bir yaşam tahmin edin :)
Eltim grip olduğu için çocukları İstanbul'dan aldık ve bize getirdik bakıcılarıyla, işin kötü tarafı bakıcıları da sadece 2 haftadır bakıcılık yapıyor ve herşeye “yabancı”. Çocuklara sadece gözüyle bakıyor desem yeridir Dünyadan bihaber, çocuklar banyo mu yapacakmış, öğlen ne yiyeceklermiş, pek umurunda değil. Ailecek sinir olarak geçirdik bir haftayı ve eltim hasta haliyle bakıcı görüşmeleri yaptı, yeni birini bulmaya çalıştı, sonunda başardı, hepimiz rahatladık :)
Hafta ortasında bizim bakıcı ablamız hastalandı, ama öyle böyle değil, kızcağızın sesi falan gitti, bu durumda ben izin aldım iki gün, bu arada ben iyi miydim? Hayır, ben de hastaydım. O hafta yorgunlukla birlikte evde dolaşan bakteri ve mikroplar beni de buldu :))
Çocuklara gelince; o hafta başında ilk iş olarak hepsini muayane ettirdik, en kötüden en iyiye sıralama şöyleydi;
1- Kuzey (benim oğlan) kulakta sıvı birikmesi,boğaz enfeksiyonu, ateş
2- Efe (eltimin oğlu) boğaz enfeksiyonu
3- Defne (eltimin kızı)boğaz enfeksiyonu
4- Karin (benim kız)boğaz enfeksiyonu
Hepsi antibiyotik kullandı, kimi ateş düşürücü, kimi öksürük ilacı falan kullandı, akşamları halim çok komik oluyordu, yemekten sonra, mutfağı topluyorum, arkadan şurupları ve ilaçları çıkartıp kaşıklara koyuyorum, sonra tek tek çocukları çağırıyorum ve hepsinin ilaçlarını veriyorum, kendimi Florence Nightingale gibi hissetmedim değil tabi onların ilaçları bittikten sonra kendi ilaçlarımızı da hazırladım
O hafta sonuna doğru kontrole gittik ve tablo şöyle oldu;
1- Karin- öksürük, ateş
2- Defne- ateş, bademcik
3- Kuzey
4- Efe
Yeni ilaçlar eklendi, kızım çok kötü öksürdü, Defne ateşlendi. Doktorumuz iki grup ikizin farklı enfeksiyonlar geçirdiğini ve birbirlerine bulaştırdıklarını söyledi ve geçen hafta için enfeksiyonların yer değiştirip tekrar hasta olabileceklerini söyledi Son durum; bizimkiler toparladılar, Defne ve Efe biraz zorlandılar ama çok şükür onlar da iyi artık. Bu hafta bizimkileri tekrar kontrole götürdük, hastalıktan hiç eser kalmamış, doktorumuz ilacımızı 10. günde kesebileceğimizi söyledi, işte orada olanlar oldu, çünkü ben ilaca ne zaman başladığımızı hatırlayamadım :))Ben farklı birşey söyledim, bakıcı ablamız başka bir tarih hatırladı, sonra da bu halime çok güldüm, çünkü bir hafta önce bütün çocukların ilaçlarını doğru hatırlayıp, düzenli bir şekilde veren ben, bu hafta "iptal" olmuştum :))Sonunda tahmini bri tarihde ilacı kestik.
Gelelim bizlerin psikolojik durumlarımıza; çok ama çok zorlandık, buna rağmen inanılmaz zevkli anlar da vardı, hep beraber boyama yaptık, dans ettik, oyun oynadık. Onlar da psikolojik olarak çok etkilendiler, yemek yemek istemediler, oyun oynarken "benim, benim" diye kavga ettiler, şu bir gerçek ki Defne ve Efe bizimkilerin gelişimi hızlandırdılar, çünkü yeni kelimeler öğrendiler:) Defne ve Efe’den. Defne ve Efe ne öğrendiler dersiniz? Vurmayı, itmeyi :) o sakin çocukcağızlar birşeyler elde etmek adına biraz daha saldırganlaştılar. Eee ne de olsa imkanların sınırlı olduğu yerde rekabet, -dolayısıyla- saldırganlık artar :))
Gözlemlerime gelince, hepsi oldukça uyumlu çocuklarmış aslında, çünkü daha felaket bir hafta da geçirebilirdik. Onlarla geçirdiğim iki gün boyunca, şu sonuca vardım; her çocuk aslında çok kolay uyum sağlar, yeter ki çevresel koşulları iyi olsun, her sorun travmatik olmayabilir, travmayı yaratan biz yetişkinleriz.
İleride arakadaşlarına şunu soracaklarına eminim "tekiz olmak nasıl birşey, bence çok anormal" :))
İşte o koca bir hafta böyle geçti, tavsiye eder miyim diye soracak olursanız, her şeye rağmen inanılmaz zevkli ve güzel bir deneyimdi, hasta olmadıkları sürece herşey çok keyifliydi :),
İşte o keyifli anlardan bir video

17 Kasım 2009 Salı

KİTAPLAR VE ÇOCUKLAR

“Bir anneyi mutlu etmenin yolu” isimli yazımdan sonra bir arkadaşım, çocuklarımıza kitap seçimi ile ilgili yazı yazmamı önermiş, çok da güzel bir öneri olmuş!!! (bakınız “Bir anneyi mutlu etmenin yolu” isimli yazıya yapılan yorumlar bölümü) Teşekkürler Mine :) Bununla ilgili ufak bir araştırma yaptım ve bulduğum güzel bir yazıyı ekleyeceğim, yine tembel işi olacak anlayacağınız ama öncesinde kendi deneyimlerimi paylaşmak isterim. Eğitimci olmanın bir sonucu olarak, yaş grubu gözetmeksizin önceden birçok kitap almıştık. Yeğenimden gelen kitaplar da vardı. Daha 3 aylıkken sesli kitaplarla tanıştırdık bizimkileri, özellikle şarkılı kitaplarla… Hatta Kuzey inanılmaz korkar ve ağlamaya başlardı, ama şimdi aynı kitap onun sakinleşmesini sağlıyor, o kitaptaki şarkıları söylediğimizde gülüp sallanmaya başlıyor :) Kumaş kitaplar da favorilerimiz arasındaydı, özellikle kontrast renkleri içeriyorsa daha fazla ilgilerini çekmişti. Daha sonra tek tek resimlerin olduğu kitaplarla tanıştırdık, özellikle günlük yaşamlarında gördüğü, tanıdığı, bildiği nesnelerin resimlerinin olduğu kitapları tercih ettik. İşbirliği yapmaya, konulan kurallara uymaya başlamalarıyla birlikte hikaye anlatmaya başladık. “parmağı ile gösterme” hareketinin ve taklit becerilerinin gelişmesi ile birlikte kitaptaki resimlerle ilgili sorular sorduk ve sormaya devam ediyoruz (örn.; kedi nerede? Göster!, (tarağı göstererek) bununla ne yapıyoruz? Göster gibi) Aşağıdaki yazıda da vurgulandığı gibi 1-3 yaş arasındaki çocuklar için “az yazılı, çok resimli” kitaplar daha uygundur. Yavaş yavaş, kısa cümlelerle, bildiği kelimeleri içeren hikayeler anlatabiliriz, bizleri anlayabilirler. Özellikle de günlük yaşamını anlatan hikayeleri tercih edebiliriz. Bir de ek olarak çocuklarımızın isimlerini kullanırsak daha çok dikkatlerini çekmiş oluruz
Aşağıdaki yazıda da belirtilmiş; tekrarlar çok önemli, çocuklara ne kadar çok tekrar yaparsak o kadar çabuk öğrenirler. Son olarak ses tonumuzu çocuğumuzun ilgisini çekecek şekilde kullandığımızda çok eğlendiklerine bizzat şahit oldum, babamız bu konuda çok başarılıdır :) Hikayeleri kuralları öğretmek ve bazı alışkanlıkları kazandırmak için de kullanabiliriz. Örneğin, anne babadan ayrı uyuma (bakınız, http://mavivekirmizibalik.blogspot.com/2009/10/cocugunuza-kitap-secmekte-zorlanr-msnz.html), yemek alışkanlıkları, tuvalet alışkanlıkları gibi. Ya da bazı sosyal becerileri kazandırmak için…(örneğin, okula başlama ile ilgili güçlüklerin üstesinden gelme, yeni bir sosyal ortama girdiğinde kendini ifade etme ile ilgili güçlüklerin üstesinden gelme, farklılıkla başa çıkma gibi) Tabi en önemli konu kitaplara “nasıl ve ne kadar süre ile bakacağız?” sorunu…Çocukların dikkat süreleri yaşlarıyla birlikte artış gösterir. Ayrıca, unutmamak gerekir ki her çocuğun kitaba bakma aktivitesinden hoşlanma düzeyleri de bir değildir. Her çocuk biriciktir, kendine özgüdür, öğrenme biçemleri birbirinden farklıdır. Dolayısıyla, çocuğumuzu çok fazla zorlamak uygun olmayacaktır, belki de çocuğumuz hareketi seviyordur, oturup bir kitaba bakmak onun için eğlenceli ve eğitici olmayabilir. Bu durumda kitaba bakma aktivetesini çocuğumuza uygun hale getirmek daha doğru olacaktır. Örneğin, kitaptaki hareketleri taklit etmesini istemek gibi. Kitaplarla ilgili deneyimlerimiz arttıkça bu konuda tekrar yazabilirim
Sevgiler A.Ş.K.K’nın Ş.’si

Bebeğin ve küçük çocuğun ileride okuma ve yazma gelişimi konusunda büyük önem taşıyacak olan erken dil becerilerini nasıl destekleyebilirsiniz?
Kitaplarla tanıştırın Bebeğiniz kitaplarla oynasın. Bir öyküyü başından sonuna kadar oturup dinleyecek kadar büyük olmasa da kitaplara dokunmaktan ve oynamaktan zevk alacaktır. Bu ilk kitapların hafif, salyaya dayanıklı ve kolay yırtılmayan cinsten olmasına dikkat edin. Kitapları çiğnemek ya da yere atmak isterse endişe etmeyin. Ona okumaya başladığınızda o da eninde sonunda kitabı nasıl tutması gerektiğini ve sayfaları çevirmeyi öğrenecektir. Okumaya başlamakta gecikmeyin. Bebeğinizi ilk olarak tanıdığı nesnelerin resimlerinin yer aldığı kitaplarla tanıştırın. Bebek dergileri, bebek eşyaları katalogları da ilgisini çekecektir. 1 yaş civarında sayfalarını kendisinin çevirebileceği kitapları tercih edin. İfadeli okuyun. Çocuğunuz kitapları en sevdiği şeyle, yani sizin sesiniz ve yakınlığınızla ilişkilendirmeye başlayacaktır. Gördüğünüz resimleri genişleterek anlatın. Örneğin “bak bir köpek, bu beyaz bir köpek” gibi. Biraz daha büyüdüğünde (1-2 yaş) soru sorma oyunları oynayabilirsiniz. Örneğin resmi göstererek “bu ne” diye sorun. Bebek dili ile cevap vermesini bekleyin ve sonra “evet, doğru, bu bir köpek” gibi sözlerle resimdeki nesnenin ismini belirtin. Bu, kelimeler ve resimler arasındaki bağlantıyı pekiştirecektir. Bir süre sonra ise çocuğunuz size kitap okuyormuş gibi yapmaya başlayacak!
Kaynak: Aile.org
Bebeğiniz ve küçük çocuğunuz için kitap seçerken nelere dikkat etmelisiniz?
Çocuğunuz bir yaşından küçükse Basit ve çocuğunuzun dünyasında bulunan nesnelerin parlak renkli resimlerinin olduğu kitapları tercih edin. Sayfalarda herhangi bir yazı bulunmak zorunda değil. Çocuğun kendi başına da keşfedebilmesi için kumaş, karton veya sert plastikten yapılan kitapları tercih edin. Basınca ses çıkaran düğmeler ve içi boşaltılabilecek cepler gibi aksesuarları olan kitapları tercih edin. Biraz daha büyüdükten sonra basit tekerlemeler ya da kafiyeli cümlelerin yer aldığı kitaplar okuyabilirsiniz. Bu tür kitaplar çocuğunuzun dilin ritmini öğrenmesine yardımcı olur. Çocuğunuzun aile üyelerini tanımasına yardımcı olmak amacıyla da birlikte fotoğraf albümlerine bakabilirsiniz. Bunları unutmayın: Bebekler iri resimli kitaplardan hoşlanır. Bebekler bebek resimlerinden hoşlanır. Bebekler tekerlemelerden ve şarkılardan hoşlanır. Bebekler aynı kitabın tekrar tekrar okunmasından hoşlanır. Resimlerin adını söylerken parmağınızla o resmi gösterin. Bebekler böyle öğrenir. Kitap okurken bebeği kucağınızda tutun. Okurken ses tonunuz ve yüzünüzde ifadeler oluşturun, ancak abartılı ifadelerden kaçının. Çocuğunuz 1-3 yaşındaysa Kolay yırtılmayacak, esnek malzemeden yapılmış Büyük, parlak resimleri olan Çocuğunuzun bildiği şeyleri (örneğin banyo yapmak, yemek yemek gibi) yapan çocuk kahramanların bulunduğu Her bir sayfa da birkaç kelimelik yazıların olduğu (örneğin “köpek nerede” ya da “Mavi ayı” gibi) kitapları tercih edin. Bunları unutmayın: Küçük çocuklar aynı kitabın tekrar tekrar okunmasından hoşlanır. Küçük çocuklar uyumadan önce kitap okunmasından hoşlanır. Küçük çocuklar okunacak kitabı seçmekten ve kendisi tutmaktan hoşlanır. Küçük çocuklar yiyecekler, vasıtalar, hayvanlar ve çocuklarla ilgili kitaplardan hoşlanır. Küçük çocuklar yazısı çok fazla olmayan kitaplardan hoşlanır. Siz okurken çocuğunuzun hareket etmesine izin verin. Resimlerin isimlerini belirtin. Küçük çocuklar bu şekilde yeni kelimeler öğrenirler. Çeşitli nedenlerle beklemeniz gerektiği zamanlarda birlikte kitaplara bakın. Gittiğiniz her yerde tabelaları ve levhaları okuyun. Çocuğunuz 3-5 yaşındaysa Kendi yaşamlarını anlamalarına yardımcı olacak fikirler ya da konular içeren Belirgin bir konusu ya da kahramanı olan Bir ya da birkaç kahramanın karşılıklı ilişkisini anlatan öyküler içeren (üç küçük domuzcuk gibi) Onun yaşındayken kendi sevdiğiniz kitapları tercih edin. Bunları unutmayın: Okul öncesi dönemdeki çocuklar çeşitli öykülerin yer aldığı kitaplardan hoşlanır.Okul öncesi dönemdeki çocuklar alfabe ve rakamların olduğu kitaplardan hoşlanır.Okul öncesi dönemdeki çocuklar aile, arkadaşlar ve okula gitmekle ilgili kitaplardan hoşlanır. Okul öncesi dönemdeki çocuklar uyumadan önce kitap okunmasından hoşlanır. Okul öncesi dönemdeki çocuklar kitap okunurken yanınıza veya kucağınıza otururlar. Okul öncesi dönemdeki çocuklar öykü hakkında sorular sorarlar. Çocuğunuzun öyküler anlatmasına izin verin. Çocuğunuzla birlikte çocuk kütüphanesine ve kitapçıya giderek kendisi için daha fazla kitap seçme fırsatı sağlayın. Televizyonu kapatın! Kaynak: Aile.org

27 Ekim 2009 Salı

BİR ANNEYİ MUTLU ETMENİN YOLU...

Uzun zamandan beri blog sayfamı ihmal ettim ve yazı yaz(a)madım, biraz tembel işi olacak ama boş kalmasından iyidir deyip eski bir yazımı ekliyorum. Bizim bıcırıkların bir fotoğraf yarışmasında birinci olmalarının bende yaşattığı duyguları paylaştığım bir yazı…


BİR ANNEYİ MUTLU ETMENİN YOLU...
Her zamanki gibi, sıradan bir güne uyandığımızı düşündüğüm anda çocuklarımdan birinin rahatsızlandığını gördüm ve rahatsızlığına anne baba olarak katkıda bulunduğumuzu görünce içim bir tuhaf oldu, çok kızdım kendimize; gece pencereyi açık unutmuşuz:-( ve sonuç: kızım üşütmüş. Evet gergin bir gün olacaktı. Çünkü uykumu tam olarak alamamıştım, eşime ve kendime kızmıştım, çocuklarım huysuzdu. Eşimle tek kelime etmeden işe gelebilmeyi başarmıştım. Bir günün başlangıcında daha ne olsundu??
İşe geldim, gözlerim kapanmak üzere posta kutumdaki iletilerimi öylesine dalgın dalgın okuyordum. Fakat o da ne?? İletilerden birinde çocuklarımın resmi var, “ne, nasıl yani”sorularıyla iletiye bakıyorum ve bizim bıcırıkların fotoğrafının birinci olduğunu okuyorum. Tabi ki gözlerim açık :-)) O an olanları paylaşıyorum; gözlerim doluyor, tüylerim diken diken oluyor, şaşırıyorum, seviniyorum, bu haberi herkesle paylaşmak için sabırsızlanıyorum. İlk olarak eşimi arıyorum, sesimden korkmuş. Garip garip kelimelerle birbirimizle iletişim kurmaya çalıştığımızı fark ederek telefonu kapıyorum.
Bir tarafım şöyle diyor “yahu bir fotoğraf, hem de senin çektiğin bir fotoğraf bu” öbür tarafım ise “yok yok, bu öyle böyle bir şey değil, birinci oldular” Yoksa ben de çocuklarımı bu yaşta yarışmacılığa mı hazırlıyordum?:-) “Yok canım” diyorum kendime, “keyfini çıkar, bak ne kadar anlamlı bir yarışmada birinci oldular”. Yarışmanın türünün, ödülünün olup olmamasının, ödülünün ne olduğunun çok da önemi olmaksızın çocuklarıyla ilgili herhangi bir durumun, bir anneyi nasıl havalara uçurduğunu kendime uzaktan bakarak anlıyorum o an... O an bir annenin ne olursa olsun çocuklarının toplum tarafından beğenilmesinin onu nasıl mutlu ettiğini anlıyorum... O an mesleğim ne olursa olsun önce anne olduğumu, güdüsel olarak anneliğin çok daha ön plana geçtiğini, bir anne gibi tüm duyguları bir “sel” olarak yaşadığımı görüyor ve anlıyorum...
Çocuklarımla ilgili ilk kez böylesi bir sevinç yaşadım. Umarım daha çok yaşarım ve umarım tüm anne babalar da yaşar. Bu duygularımı, düşüncelerimi de sizlerle paylaşmak istedim.

Teşekkürler Kipitap, teşekkürler canımın içi K’lar

A.Ş.K.K’nın Ş’si

İşte malum fotoğraf :) Karin ve Kuzey bu fotoğrafda yaklaşık 5 aylıklar

haberimizin linki:

http://www.kipitap.com/blog/2009/07/cocuk-ve-kitap-fotograf-yarismasi-haziran-2009-sonuclari/

25 Eylül 2009 Cuma

Bir önceki blog yazımda (Hangi dil?) deneyimlerimi yazmıştım, şimdi de uzman gözüyle çocuklarla iletişim hakkında bir yazı yazdım, bu yazıyı aslında çok daha önce hazırlamıştım ama fırsat bulup da yayınlayamadım. Tam da bu arada bayram tatili yaptık ve tatil dönüşü çok sevgili arkadaşlarımıza (Okan ve Ebru ve yumurcakları Kaan) uğradık. Oradaki sohbetimizde Okan arkadaşımın çok güzel bir tespitini de buraya eklemek isterim (kendisi aynı zamanda meslektaşım olur ve her zaman da çok güzel tespit ve gözlemleri vardır :). Söylediklerini ve benim de ona söylediklerimi aynen yazıyorum:
Okan: Bizim çocuklarımızın dil gelişiminin bu kadar iyi olmasının sebebi, onlarla sürekli göz kontağı kurarak iletişime geçmemiz, aynı göz hizasında konuşmamız
Ben: Kesinlikle ve bunu tüm eğitim seminerlerinde anlatmamıza rağmen yapılmıyor, yapılamıyor, çünkü bu bir alışkanlık meselesi
Okan: Evet, alışmak gerekiyor, bir iki kez yapmakla olmaz

UZMAN BLOG YAZARI GÖZÜYLE "ÇOCUKLA İLETİŞİM"
Çocuğumuzla konuşurken;
• göz seviyesinde onu aktif olarak dinlemek,
• düşüncelerine ve tüm yaşadığı duygulara saygı göstermek,
• nasihat vermemek, bunu yerine doğru yolu ona buldurmaya çalışmak,
• benliğini zedeleyici ifadeler yerine, onun benliğini geliştirici ifadeler kullanmak,
• kendi düşünce, duygu ve isteklerinizi açık bir şekilde ifade etmek aranızdaki iletişimi kuvvetlendirecektir.

Sık görülen iletişim kazaları;

• YARIM YAMALAK DİNLEMEK; örneğin, tv izlerken ya da mutfakta iş yaparken, göz kontağı kurmadan dinleme davranışı
• NASİHAT VERMEK; “ben senin yaşındayken”, “senin yerinde olsam” gibi cümlelerle başlayan konuşmalar, “sana daha önce böyle yapmanı söylemedim mi?” gibi çocuğun kendini yetersiz hissetmesine sebep olacak ifadeler
• DUYGULARI İNKAR ETMEK; “üzülecek/korkacak/sinirlenecek ne var canım!!” gibi çocuğun da birtakım duygular yaşayabileceği ihtimalini yok sayan ifadeler
• ALAY ETMEK
• KÜÇÜK DÜŞÜRMEK; özellikle akranların arasında çocukların yetersizliklerini ortaya çıkarmak
• BENLİĞİ (KİŞİLİĞİ) ZEDELEYİCİ İFADELERLE ELEŞTİRMEK; “akıllı / yaramaz/ hareketli/ tembel/ çalışkan …vb çocuk” gibi çocukların isminin önüne birtakım (olumlu veya olumsuz) sıfatlar ekleyerek kişiliğine atıfta bulunmak, bu sıfatların çocuğun kişiliğini oluşturmasına sebep olmak

Çocuğumuzu anlamamızı engelleyebilecek tutumlar;
• Etiketlemek; “çok akıllı benim oğlum/kızım” “ne kadar da sakarsın” “çok dikkatsiz, hareketli” gibi ifadeler bir zaman sonra çocuğumuzun davranışlarını etkiler. Yani çocuklar bu etiketlere uygun davranmaya başlarlar.
• Çocukların yapabildiklerinden çok yapamadıklarına odaklanmak
• Çocuktan gelen “sinyal davranışlar”ın farkına varamamak; çocuklarımız yaşam içinde zorlandıklarında bize sinyaller gönderirler. Uyku ve/veya yemek problemleri, okul başarısızlığı gibi. Bazen bu sinyal davranışlar geçici olabileceği gibi kalıcı hale de dönüşebilir.
• Çocuğun duygu ve düşüncelerinden çok kendi duygu ve düşüncelerimize odaklanmak; kendi öfke ve üzüntümüze odaklandığımızda olaylar karşısında çocuklarımızın yaşayabileceği duyguları ihmal edebiliriz

İletişimde Altın Kurallar
• Empati
• Çocuğa sorumluluk verme
• Çocuğun kendine ve çevreye saygı duyması
• Davranışlarımızda tutarlılık
• Demokratik tutumlar
• Aşırı ödüllere ve aşırı cezalara “HAYIR”
• Elektronik bakıcılara “HAYIR”

Hepsinden önemlisi
ANNE BABANIN UYGUN MODELLER OLMASI

UNUTMAYIN, BUGÜN ÇOCUĞUNUZLA KONUŞTUĞUNUZ DİL, YARIN ONUN SİZİNLE, ARKADAŞLARIYLA VE KENDİ ÇOCUĞU İLE KONUŞTUĞU DİL OLACAKTIR



not: sevgili bıcırık yeğenim Nehir ve canım arkadaşım Nihan'a resim için teşekkür ederim :))

10 Eylül 2009 Perşembe

HANGİ DİL?

















Kızım kucağımda, eşime seslenmem gerekiyor, “hayaaaaatııımmmm” diye sesleniyorum, eşim duymadığı için birkaç kez tekrarlıyorum, arkadan kızım “aaaattııııımm” diyor, başta anlamıyorum ama sonradan ben ne zaman “hayatım”desem o da “aaaa-t-ııııımm” diyor.
Bu duyguyu yazmak çok zor, “mutluluktan uçmak” deyimi böyle anlar için söylenmiş olsa gerek. Küçük kızım sevgi dilini ve bu dile ait sözcükleri öğrenmeye başladı. Doğal olarak, bu da benim yeni blog yazımın konusu olmayı hak etti :)
Acaba çok mu zor yoksa çok mu kolay dilin sevgi yönünü çocuklarımıza öğretmek?
Eğitim seminerlerimde kullandığım ve kullanmayı çok sevdiğim bir cümle var; çocuk, ailesinin aynasıdır. Eğer çocuklarım beni yansıtacaksa, hangi yönümü yansıtmalı ve nasıl yansıtmalı? Çocuklarım doğduktan sonra ister istemez birkaç özelliğimi törpülemem gerekti, acaba başardım mı? Başarma yolundayım dersem daha dürüst bir değerlendirme yapmış olurum :) Bu nedenledir ki kızım “aaaattııııımm” dediğinde havalara uçtum, gurur duydum, çünkü ben iyi birşey başarmıştım :)

Yıllar önce bir bilim dergisinde mi okumuştum yoksa asistan arkadaşlarımdan biri mi anlatmıştı çok net hatırlayamadığım bir bilgiyi paylaşmak isterim (şimdi kaynağını bulduğum için doğrudan yazabilirim, iyi ki varsın google:)

Yaratıcı Japon bilim adamı Emoto`nun çalışmasında somut kanıtlarla insanın titreşimsel enerjisinin, düşüncesinin, kelimelerin, fikir ve müziğin, hatta son yaptığı çalışmalarda suya oynatılan filmlerin dahi suyun moleküler yapısını etkilediğini ispat etmiştir. Su bu gezegendeki yaşamın kaynağıdır. Beden bir sünger gibidir ve hücre denilen, sıvı dolu trilyonlarca odacıktan oluşur. Yaşamımızın kalitesi sıvımızın kalitesi ile direk bağlantı halindedir. Su son derece uyumlu bir maddedir. Fiziksel şekli kolayca bulunduğu ortama adapte olur. Fakat değişen sadece fiziksel şekli değildir, moleküler şekli de değişir. Çevreden aldığı enerji veya titreşimler suyun moleküler şeklini değiştirir. Bu anlamda su sadece görsel olarak çevresel durumu yansıtmaz, aynı zamanda moleküler anlamda da yansıtır.

Emoto görsel anlamda bu moleküler değişimi belgelemekte. Su damlacıklarını dondurup, fotoğraf çekme kapasitesi olan bir karanlık alan mikroskobu altında inceliyor. Yapılan çalışmalar çevresel etkilerin suda yarattığı moleküler değişimi açıkça ortaya koymakta. Emoto dünyanın değişik kaynaklarından alınan ve değişik durumlarda olan suyun kristalize şekillerinde birçok büyüleyici farklılıklar keşfetmiş. Akarsulardan ve kaynaklardan alınan su çok güzel geometrik şekilleri olan kristal desenler gösterirken, sanayi ve yerleşimin yoğun olduğu yerlerden alınmış kirli ve toksik su ile su borularında, depolarda bekletilen durgun su damıtılmış olsa bile kesin olarak şekilsel bozukluk ve rast gele oluşmuş kristal şekiller oluşturuyor.

Canlı ve her duygu ve düşüncemize tepki veren bir madde olan suyun, çevresindeki titreşim ve enerjiyi kolayca kopyaladığı açıkça ortadadır. Su, bir şey söylendiğinde, ona aktarıldığında, anında etkilenmekte.


Su hücreler arası bilgi alış-verişini sağlar. Bu şekilde var olabiliyoruz. Sizin gün içinde düşündüğünüz ve söylediğiniz her şey tüm hücrelerinizi etkiler, çünkü bedeninizdeki su bunların enerjisini kopyalayıp hücrelere dağıtır. Dolayısı ile siz bir bakıma düşündüğünüz ve konuştuğunuz şeyler olursunuz, bedeninizi de etkilersiniz. "Ben hep hasta olurum." dediğinizde içinizde dolaşan su o kaliteye bürünüp bunu hücrelere iletir.

Kaynak : http://www.webnaturel.com/index.asp?alt_cat_id=91&cat_id=17&ayrintiid=2039


Ben su moleküllerinin resimlerini görmüştüm, gerçekten de inanılmaz farklılık var.
Bu bilgiden sonra çevrenizle, sevdiklerinizle hangi dili konuşursunuz ve çevrenizden ve sevdiklerinizden hangi dili duymak istersiniz?
A.Ş.K.K'nın Ş'si :)

not 1: karikatür için teşekkürler Piyale Madra'ya...www.piyalemadra.com
not 2: yazının devamı gelecek...

25 Ağustos 2009 Salı

HEP AYNI NAKARAT - ÇOCUKLARIMIZA HAYIR DİYEBİLMEK...

Çocukların ablası (bakıcımız) bizimle toplantı yapmak istedi…
Bunu ilk söylediğinde yüreğim ağzıma geldi “eyvah işi bırakacak herhalde” diye düşündüm
Ama çocuklar büyüdüğü için bazı davranışlarına nasıl tepki vereceği konusunda kararsız kaldığı için yardım istiyormuş. Bunu iş arkadaşlarıma anlattığımda herkes “vaaayyy, eee pedagoğun çocuklarına bakmak kolay değil tabi ki”diye yorum yaptılar. Acaba gerçekten bizim çocuklara bakmakta zorlanıyor mudur? :)
Disiplin konusu hakikaten tam bir muamma… “Ne zaman, nasıl ve ne kadar” soruları bizim evde de soruluyor. Üyesi olduğum bir internet sitesinin forum sayfalarının birinde de “çocuklarımıza terbiye” diye bir konu başlığı açılmıştı. Üyelerden biri “ne terbiyesi, çorbaya mı?” diye bir yorum yapmıştı. Bu kadar küçük çocuklarda gerçekten terbiye ve/veya disiplin olabilir mi? Ne zaman, nerede ve ne kadar “hayır” demeliyiz acaba? Ablamız da bu konularda bilgi almak istemiş. Eee ne de olsa, artık 14 aylık oldular… Sorunlar da büyüdü. En çok da kızımla ilgili zorluklar yaşıyormuş, bezini değiştirmek istemiyormuş, yemeğini yediği halde daha fazla -özellikle ekmek- yemek istiyormuş, genel olarak mutsuz bir hali varmış, sürekli bir şeyleri atma halindeymiş, özellikle de balkona çıkınca mandalları aşağıya atıp, “atttiii” diyormuş. Evet bunlar bizim de gözlemlediğimiz, ama çok da üzerinde durmadığımız çeşitli durumlar, ama eşimle bizim akıl edemediğimiz, bizim dışımızdaki kişilerin bu durumlarla başa çıkmakta zorlanabileceği idi.
Toplantımızı yaptık, ablamızın biraz kafasını karıştırdık, ama anladığını söyledi, tabi biz de iki tane çocuk olunca her söylediğimizin uygulamaya geçmesi oldukça zor, şu aralar oğlumuzun keyfi yerinde, sorunsuz devam ediyor, bu yüzden kızımızla biraz fazla ilgilenmesini ve kızımızın sorunlarına eğilmesini salık verdik. Tabi sadece bunları yapmakla iş bitmiyor, oğlumuz da büyüyecek, daha doğrusu kızımızın duygusal olgunluğuna erişecek ve aynı zorlukları o da çıkaracak, anlayacağınız bizim evde durumlar “hep aynı nakarat” :)

NOT: Bu arada kızım bizden “parmak sallayarak hayır deme” davranışını öğrendi ve gitmemesi gereken bir yere gittiğinde veya ellememesi gereken bir şeyi ellediğinde kendi kendine bu hareketi yapıyor, dahası, oğluma da yapıyor. Geçenlerde oğlum prize doğru yaklaşmış, kızım da yanında, ama her ikisi de eşimin görebileceği bir noktada değillermiş. Kızım babasına gelip gelip bu hareketi yapıyormuş, bir oğlumun yanına bir babasının yanına gidiyormuş. Sonunda eşim kalkmış ve oğlanın prizin yanındaki fişle oynadığını görmüş. Yani kızım otokontrolünü iyi geliştirdi anlayacağınız :)
Posted by Picasa


“HAYIR” DİYEBİLMEK
Acaba biz yetişkinler bunu günlük yaşamımızda ne kadar başarabiliyoruz? Kendi sınırlarımızı çizip, anne babamıza, arkadaşlarımıza, amirlerimize bu sınırlarımız dahilinde “hayır” diyebiliyor muyuz? Ama çocuklarımıza karşı bu kelimeyi bonkörce kullandığımıza çok şahit olmuşumdur. “hayır” kelimesinin, çok kullanıldığında karşımızdaki tarafından dinlenilmeme özelliği vardır. Yani, tehlikeli bir kelime :)Peki çocuklara “hayır” demezsek ne diyeceğiz?
Çocuklara küçük yaştan itibaren ayına, yaşına uygun disiplin verilmesi gerektiğine inanan bir uzmanım. “daha küçüktür anlamaz”, “bu kadar çok ağlatmanın ne gereği var, anlamaz” diyen büyüklerimize inat, mutlaka ve mutlaka belli prensiplerimizin olması gerektiğini düşünen bir uzmanım
Disiplin için öneriler;
- Her zaman için alternatifimiz olmalı; “hayır” demek yerine dikkatini başka yöne çekerek alternatifler sunmak. Mandalları “atmak” istiyorsa ona kova sunmak ve mandalları kovaya atmasını sağlamak, balkondan aşağı atmak istediğinde “hayır” demeden!!!
- Tutarlı ve kararlı olmak; bir gün “hayır” demek ve ertesi gün yaptığı davranışa izin vermek çocuğun kafasının karışmasına ve daha çok davranış sorunlarına yol açacaktır
- Ne olursa olsun karşımızdakinin “çocuk” olduğunu unutmamak; bazen bizim prensip ve kurallarımız çocuğumuzun ay ve yaşına uymayabilir, gerektiğinde kuralları esnetmek, ama ortadan kaldırmak değil
- Aşırı ödül ve aşırı cezalara kaçmamak; ödül ve ceza eğitimin vazgeçilmez parçasıdır ancak, çok sık kullanıldığında etkinliliğini yitirir, dikkatli kullanmak gerekir.
- Elektronik bakıcılara güvenmemek; televizyon, bilgisayar, play station gibi elektronik bakıcılar çocuklara disiplin kazandırmaz, sadece bizlere zaman kazandırır.
- Uygun modeller olmak; dünyanın “en altın” kurallarını da uygulasak uygulayalım anne babalar çocuklarına uygun modeller olmadığı sürece disiplin konusunda bir arpa boyu yol gidemeyiz. Anne babanın evde birbirlerine karşı kullandıkları kelimelerden tutunda ses tonuna, göz kontağına, vücut duruşuna kadar her şey çocukların gözlem alanındadır, dolayısıyla her davranışımızın da model alınabileceği unutulmamalıdır.
- Yaşa ve gelişim düzeyine göre kuralları gözden geçirmek; çocuğumuz 1 yaşında iken uyguladığımız kurallar ile 3 yaşındayken uyguladığımız kurallar aynı olamaz. Bir başka deyişle; okul öncesi dönemdeki bir çocuk ile okul dönemindeki çocuk aynı şekilde davranamayacağı gibi biz de aynı anne baba olamayız. Aradan geçen seneler bizim de davranışlarımızda değişiklik yapmamızı gerektirir. Çocuğumuz olgunlaşır, onun ihtiyacına göre kurallarımızda ve uyguladığımız disiplin tekniklerinde değişiklikler yapmamız gerekir.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

İKİZ BABASI OLMAK...

Posted by Picasa

Bir arkadaşım ikiz babası olmak nasıl bir duygu diye sormuştu. Bunu yazarken tam da bu sırada ikizlerim aynı anda uyandı ve eşim uyuduğu için tekrar uyuttum geldim. Ve bir kez daha onları uykuda izledim bi müddet... Şu an gecenin bir yarısı ve ben gidip bir de eşimi izledim uykuda...ve düşünceler sardı zihnimi.. İçim sıcacık oldu, tarifsiz bir huzur kapladı,hafiflemiş gibiyim..beynim mutluluk hormonu salgılıyor belli.. Biz erkekler, ebeveynlik konusunda eşlerimizin bir adım gerisindeyiz bence .. Anne- baba olma konusunda.. "baba" olma konusunda çok azımız "anneler" kadar başarılı.. Bence de hiçbir zaman "anne" gibi "baba" olamayacağız.. Cinsiyet farkı değil sadece.. Roller de değil yada yapılan işler, harcanan emekle çocuklarımızla geçirilen zaman da değil kastettiğim.. Kastettiğim şu ki, biz erkekler "baba" olmayı öğreniyoruz.. Ama eşlerimiz - kadınlarımız anne adayı olarak doğuyor ve sanki genlerde kodlanmış gibi, bir gün önce tanıdığımız, tanıdığımızı sandığımız eşimiz gebelik haberinden sonra birden ve zamanla gebelik sürecinde değişiyor sanki.. Olumsuz bir değişim değil elbet bu.. Bu sadece anneliğe başlangıç bana göre..yani genlerdeki kodlanmış annelik süreci, döllenmiş yumurtanın rahime düşmesi ile başlıyor ve doğum anına kadar gelişiyor.. Eşlerimiz "anne" olmayı o zaman yaşamaya başlıyorlar.. Ve bir çok erkek bu hamilelik - doğum sürecinde eşlerinin duygusallığını, ağlama nöbetlerini, gün be gün değişen psikolojilerini "kapris - dengesiz" diye niteliyor ne yazık ki ve uzak duruyor eşinden.. Oysa bilmediği bir şey var erkeklerin. Eşi, eşinin vücudu - kimyası anneliğe hazırlanıyor.. Başta yokken - önyargılıyken baba adayı.. Bebek doğunca "baba" oluveriyor birden... Oysa biz hiç yaşamadık o mide bulantısını, en sevdiğimiz yiyecek nasıl olurda kokusu rahatsız eder bunu anla(ya)madık.. Bebeğin hareket etmesi nasıl bir duygu, insan ne hisseder? Hiç birimiz yaşamadık bunu.. Sadece sorduk..en önemlisi içinde, hemen göbek deliğinin altında, senin vücüdunda, senin içinde seninle nefes alan, 24 saat beraber olduğun bir canlının olması, bir canlı yaşamın varlığı nasıldır, ne hissettirir, onunla yaşamak nasıldır hiç bir baba yaşamadı bunu.. Bebek doğunca "baba" oldu ama "anne" çoktan "anne" olmuştu bile.. Sadece neyi, ne zaman yapacağı, neyin ne anlama geldiğini öğretmek kalıyordu bebeklere.. "anne" bunu da "baba" dan daha kısa sürede öğrendi zaten "anne" olmanın avantajıyla...İmkan olsaydı eğer, eğer teknoloji gelişseydi o kadar bir erkek olarak hamilelik sürecini yaşamak isterdim, o kutsal görevi yerine getirip, en değerli hazinelerin taşıyıcısı - koruyucusu olmak isterdim ve biz babaların çok sonra kurabildiği ( bazılarının kuramadığı ) o duygusal bağı en başından kurmak ve yaşamak isterdim.. İşte eşlerimiz, işte siz kadınlar - anneler bu yüzden kutsalsınız bu yüzden bizlerden bir kaç gömlek üstünsünüz.. Biz sizin bildiğiniz bir çok şeyi ya bilmiyoruz ya da yavaş yavaş öğreniyoruz.. Siz "anne" liği en başından beri yaşarken biz doğumla birlikte "baba" lığı öğrenmeye çalışıyoruz..

A.Ş.K.K.'NIN A'SI...

10 Ağustos 2009 Pazartesi

ZALİM ANNE BABA OLMAK...

Oldukça gecikmiş (!!) bir “hayırlı olsun” oturmasına gelmişti arkadaşlarım… Evin kalabalık olmasından olsa gerek bizimkiler biraz huysuzlandı. Zaten bana ve babaannesine yapışık gezmeyi seven oğlum, iyice yapıştı bize. Yere düştü ağladı, kızım ona dokundu ağladı, sebep yokken ağladı, ağladı da ağladı. Eşimin ve benim, çocukların ağlamaları karşısında eşiğimiz oldukça yüksek, yani, dayanabiliyoruz, hatta kayıtsız kalabiliyoruz. Daha hamileyken kendimi alıştırmaya çalışmıştım, “ikisi aynı anda ağlayacak ve ben sadece bir tanesi ile ilgilenebileceğim, dolayısıyla birlikte yaşamayı öğrenmeleri gerekiyor, her ağlamalarına karşılık veremeyeceğimi öğrenmeleri gerekiyor” diye. Zaten bebeklerimiz doğdukları andan itibaren gerek kolik (nedeni belli olmayan ağrılar), gerekse gaz sancılarından nasiplerini fazlasıyla aldıklarından bizi bu konuda eğittiler diyebilirim. Neyse, sonuç itibariyle o akşam oğlumun ağlamaları karşısında oldukça kayıtsız kaldık. O sırada arkadaşım şakayla karışık “zalim anne baba” dedi. O an hiç üzerinde durmadım ama takıldım bu sözcüğe, gerçekten zalim miydik, yoksa çocuk eğitiminin katı ama kendimizce altın kuralını mı uyguluyorduk?
Çocuklar doğdukları andan itibaren eşimle çatışma içinde olduğumuz, hatta kendi ailemizdeki anlaşmazlık yetmezmiş gibi eşimin abisinin ailesinde de çatışmaya sebep olduğumuz bir konu ve soru; ağlatmalı mıyız ya da ne kadar ağlatmalıyız? Eşimiz yengesi (yani eltim) ve ben konuya farklı, eşim ve abisi konuya farklı açılardan bakıyoruz. Tipik bir cinsiyet (kadın-erkek) ve sosyal rol (anne-baba) farklılığı…Ne yapmalıyız? Bundan sonrasını ikiz annesi rolümle yazmaya çalışacağım :))

Özellikle oğlumu uykuya alıştırma aşamasında inanılmaz ağlatmıştı(k) eşim. Ben dayanamayıp balkonlara çıkmıştım. Çünkü oğlum daha 3-4 aylıktı ve ben bu aylarda bu kadar çok ağlatılmasının uygun olmadığını düşünüyordum. Sanırım 1 ay sürmüştü, ve zafer eşimindi, oğlum yatağında ve sallanmadan uyumaya alıştı. Şimdilerde bir kucak takıntımız başladı, her ikisi kucakta durmak, kucakta gezmek istiyorlar. Onları anlıyorum, biz işteyiz ve bizi özlüyorlar, ten teması istiyorlar. Burada ağlama krizleri başlıyor. İki çocuk olunca inanılmaz yorucu akşamlar yaşıyoruz. Benzeri durumlar yemek yeme zamanı da oluyor, yemek seçme davranışı başladı. Özellikle kızım kendi istediğini yemek için kıyametleri koparıyor. Benzer durumlar eltimin evinde de yaşanıyor. Bunun doğrusu nedir? Tek bir doğrusu yok, aslına bakarsanız biz duruma göre ayarlamalar yapıyoruz evde, itiraf etmem gerek, bazı durumlarda eşim daha başarılı… Ama şu bir gerçek ki eşime ve bana dışarıdan bakanlar “zalim anne baba” diyebilir. Geçen gün eşime “hani şu çok özenilen yabancı çocuklar var ya, hani otellerde falan rastlarız da ne kadar farklılar deriz, bizim Türk çocuklarını onların arasından hemen ayırt ederiz, acaba biz de o yabancı çocuklar gibi çocuk yetiştirebilir miyiz bir gün acaba?” dedim. O da “e burada ne yapıyoruz sanıyorsun, başladık bile” dedi. Sonra düşündüm de, acaba mümkün mü böyle çocuk yetiştirmek; “zalim” olmadan, “farklı” olmadan? Siz ne dersiniz?
Sevgiler
A.Ş.K.K.’nın Ş.’si



UZMAN BLOG YAZARI GÖZÜYLE…
Çocuklarda görülen ağlama davranışlarının birçok sebebi vardır ve yaşa göre değişir. Birincisi ve en önemlisi çevredeki yetişkinlerin dikkatini çekmek ve istediği şeyleri elde etmek ve/veya istemediği şeylerden uzaklaşmaktır. Özellikle bebeklik döneminde çocuklarda görülen bu davranış, çevreden aldığı tepkilere göre sorun davranış haline dönüşebilir.
Ağlama davranışı sözel olmayan bir davranış biçimidir ve çocuklar konuşmaya başlamadan önce çevreleriyle iletişime geçmenin bir yoludur. Dolayısıyla, oldukça sağlıklı bir davranış görünümündedir. Sağlıksız olan ağlama davranışına yetişkinlerin yüklediği anlamlardır (çocuk ağlatılmamalı !!!!). Ne zaman çocuğun çevresindeki yetişkinler ağlama davranışı karşısında uygun olmayan tepkiler verir, işte o zaman çocukların ağlama davranışı mızmızlık, uyumsuzluk olarak değerlendirilir.
Çocuğun uygun olmayan ağlama davranışları karşısında çok farklı tepkiler verilebilir, bunlar yaşa, cinsiyete göre değişebilir. Ancak en önemlisi anne babanın sabır derecesidir. Çocuklar bizim çocuklarımız, dolayısıyla, genetik olarak da birtakım özelliklerimizi taşıyorlar. Aynı zamanda bizim bebeklik dönemimiz de oldukça önemlidir. Bizler nasıl bebeklerdik? Zor mu kolay mı? Bizim bebeklik dönemindeki davranışlarımızın bir kısmını kendi çocuklarımızda görmemiz mümkündür, dolayısıyla, çocuklarımızın “bir kısım davranışları”nın değiştirilebilir olduğunu, bizim şekil verebileceğimizi unutmamak gerekir.
Ağlama davranışı karşısında verilen tepkiler davranışın süreğenliğini belirler. Öncelikle anne babaların çocuğun ağlama davranışı “iyi” analiz etmeleri gerekmektir. Ağlama davranışı fiziksel ihtiyaçtan mı yoksa psikolojik mi? Genellikle çocukların ağlama davranışının başlangıç noktası fiziksel ihtiyaçtır; açlık, canının yanması, uyku, güvenlik ihtiyacı vb. Tüm bunların dışında bir sebepten dolayı ağlama davranışı başlamışsa vereceğimiz tepki farklı olmalıdır. Tepki vermeden önce sormamız gereken sorular;
- Bebeğimiz aç mı? Uykusu var mı? Bezi temiz mi? Canı yanıyor mu?
- Herhangi bir eşyadan, kişiden korkmuş olabilir mi?
- Bulunduğu yerde, hoşlanmadığı bir durum mu söz konusudur? (yüksek ses, hoş olmayan görüntü vb.)
- Ağlama biçimi daha önceki ağlama biçimlerine benziyor mu?
- Ağlamaya eşlik eden başka davranışlar var mı? (kendisine vurma, başkasına vurma vb. zarar verici davranışlar)
- Yetişkin birey, göz kontağını kesince çocuğumuz bakışlarını ve ilgisini başkalarına yönlendiriyor mu?
- Çevresindeki yetişkinler göz kontağını ve ilgiyi kestiğinde ağlama davranışının biçiminde değişiklik oluyor mu?
Tüm bu sorulara verilen cevaplar yoluyla ağlama davranışı karşısında verdiğimiz tepkileri gözden geçirme şansı bulabiliriz. Örneğin, uyku saati yaklaşan bir çocuk genellikle ağlamaya veya uygun olmayan davranışlar sergilemeye eğilimlidir. Dolayısıyla o noktada anne babanın çok fazla inatlaşmadan ortaya çıkan sorunları çözmeye çalışması uygun olacaktır. Ancak, bu öneri ilk kez ortaya çıkan ağlama davranışı için geçerli olabilir. Kemikleşmiş, birçok kez tekrarlanmış ağlama krizi durumlarında yukarıda verilen öneriyi uygulamak güç olabilir, hatta güçtür. Çünkü, kriz ile ilk kez karşılaştığınızda verdiğimiz tepkiler, ağlama krizinin bir daha ortaya çıkıp çıkmamasının, ortaya çıkarsa ne kadar süreceğinin belirleyicisidir.
Sonuç olarak, çocukların ağlama davranışı karşısında yapılacak, uygulanacak tek bir yöntem yoktur ve yöntemler anneden anneye, babadan babaya ve çocuktan çocuğa farklılık gösterir. Altın kurallar,
- Hiçbir çocuğa ağladığı için bir şey olmaz (özel sağlık sorunları hariç)
- Kendi içimizde tutarlı ve kararlı olmak gerekir (örneğin, yemek yemiyor diye başka birşey verirsek, bir dahaki sefer, yiyecek görünce ağlayacaktır ve istediğini elde edene kadar susmayacaktır)
- Çocuğun sosyal çevresinin tutarlı ve kararlı davranması gerekir
- İnatlaşmak her zaman doğru bir yöntem değildir


23 Temmuz 2009 Perşembe

ANNE OLMAK DEMEK...

“Anne olmak” demek…
Anne olmak demek, sevginin, aşkın yeni bir türü demekmiş
Anne olmak demek, hep iyisini istemekmiş
Anne olmak demek, “acaba yeterli miyim” diye sormak demekmiş
Anne olmak demek, sonsuz sayıda kötü senaryo üretebilme yeteneğinin gelişmesi demekmiş
Anne olmak demek, uykusuz geceler demekmiş
Anne olmak demek, aşçılık becerilerinin gelişmesi demekmiş
Anne olmak demek, hastalıkta ve sağlıkta birlikte olmak demekmiş
Anne olmak demek, meraklı gözlerle hep izlenmek demekmiş
Anne olmak demek, iki küçük elin yüreğinize dokunabilmesi demekmiş
Anne olmak demek, yüreğinin hep ağzında olması demekmiş…
Merak etmek, endişe etmek, sevmek, sevilmek, ait olmak, sahip olmak demekmiş
“İşte, anne olunca anladıklarım” demekmiş

04.05.09 BURSA

22 Temmuz 2009 Çarşamba

MERHABA

“Ben de soyunsam mı şu blog yazarlığına” diye düşünmek yaklaşık iki ayımı aldı… Aslında bu fikri bana çok sevgili eski öğrencilerimden biri bulaştırdı, kendisi de yapmak istemiş sonra vazgeçmiş, “hocam bu işi siz yaparsınız” dedi ve üstüne üstelik birkaç blog yazarının adreslerini gönderdi, inceledim, düşündüm, düşündüm. En çok da “anne olarak mı yazmalıyım yoksa uzman olarak mı yazmalıyım” kısmını düşündüm. Ve tabi ki karar veremedim ve blog sayfasını ikiye bölmeye karar verdim, uzman blog yazarı ve anne blog yazarı olarak… Aslında bunu karıştırmadan nasıl yapabileceğim? zamanla göreceğim herhalde.

Anne blog yazarından ziyade ikiz annesi blog yazarı olmak tanımı daha uygun sanırım, anne olmak ile ikiz annesi olmak arasında fark olduğunu çocuklarım dünyaya gelmeden önce de söylemişimdir. Hayır, bu asla ayrımcılık değil, ya da bir övünme, karşılaştırma hiç değil… Aynı anda birçok şeyi yaşamak bu aslında… Hayatınızda çok sevdiğiniz, istediğiniz, beklediğiniz binlerce olayın aynı anda olduğunu düşünün, herhalde sevinçten kaç kat yukarı çıkarsınız ve aynı zamanda olmasını istemediğiniz binlerce olayın aynı anda gerçekleştiğini düşünün, nasıl yıkılırsınız, nasıl dayanamaz kiriş ve kolonlarınız tahmin edin… nasıl bir dengesizlik değil mi? İşte böyle bir şey yaşamıştım ben…Böyle uyum sağlamaya çalışmıştı bedenim, ruhum ve hala çalışıyor. Binlerce olumlu duygu ve düşünce uçuşurken beyninizde, bedeniniz isyanlarda olabiliyor. Aynı anda yapılması gereken binlerce görev sizi bekliyor, aynı anda ilgi isteyen, acıkan, canı yanan, hastalanan …vb. bebekler… :) Anne olmak çok güzel, ikiz annesi olmak çok daha güzel!!

Gelelim uzman blog yazarlığıma…Psikolog ve çocuk gelişimi ve eğitimi uzmanıyım, pedagog olarak çalışıyorum, doktora tezimi hazırlıyorum. Meslekte 10. yılımı kutluyorum :) Böyle bir meslekte anne olmanın gerekliliğine inanmayanlardanım. Mesleğimde kendimi bebeklerimden önce ve bebeklerimden sonra olarak iki bölümde incelediğimde, danışmanlık becerilerimde ve söylemlerimde çok farklılık olmadığını gözlemledim. Şöyle bir farkı fark etim, karşı taraf (aileler ve danışanlar) açısından daha inandırıcıyım, eskiden de aynı şeyleri söylerdim ama inandırıcı bulunmazdım belki de, kendi çocuklarımdan örnekler verdiğimde ailelerin yüz ifadeleri çok farklı olabiliyor… hele ki ikiz çocuklara sahip olduğum, bir de, bir kız bir erkek deyince ooooohhhh yeme de yanında yat :)

Neler olacak bu blog sayfasında? İki farklı anne olacak, iki farklı annenin görüşleri, düşünceleri ve paylaşımları olacak. En önemlisi yarına bırakabileceğim anılarım ve arşivim olacak. Bu arada babamız da eğitimci olduğu için o da dahil olacak sayfamıza…

Keyifli paylaşımlar :))

A.Ş.K.K’ın Ş’si

İzleyiciler