A.Ş.K.K. ailesinin dünyasına hoşgeldiniz :))

İŞTE BİZ :)
ALTAN-ŞEBNEM-KARİN-KUZEY

 
Posted by Picasa

20 Eylül 2012 Perşembe

Güzel Bir Veda



İşime veda ediyorum, yeni bir hayata merhaba diyorum ya da diyeceğim.
Ama şimdi bunlardan değil de başka bir deneyimimi paylaşacağım sizlerle…
Öğrencilik, asistanlık yıllarımdan, mesleğimi yapmaya başladığım andan itibaren çok çeşitli ailelerle çalıştım, onları tanıdım ve çok çeşitli deneyimler edindim. Diyordum ama değilmiş. Son 6 ay içinde çalıştığım bölge bana çok farklı duygular, deneyimler yaşattı. Çalıştığım proje gereği Ankara’nın Mamak ilçesinde kentsel dönüşüm nedeniyle “kentlileştirilmiş” bir bölgede bulundum ve oradaki ailelerle görüşmeler yaptım. Bir aile sağlığı merkezinde yürüttük bu çalışmayı. Evim Ankara’nın en batısında, çalıştığım yer Ankara’nın en doğusunda idi :) Kar, kış, yağmur, çamur demeden hergün bu sağlık merkezine gittim.  Sağlık sorunlarım nedeniyle ara versem de hep aynı coşkuyla karşılandım aile sağlığı merkezinde…
Önce ailelerden bahsetmek istiyorum. Genellikle annelerle görüşmeler yapıyordum. Bu görüşmelerin içeriği çocukları ve aileleri ile ilgiliydi. Çocuklarının gelişimleri ile ilgili sorular soruyordum annelere. Meğer ne çok anne “dinlenilmek” istiyormuş, meğer ne çok anne çocuklarının “iyi geliştiğini” duymak istiyormuş, meğer ne çok anne “çocuğuna iyi bakmışsın, ellerine sağlık” cümlesini duymak istiyormuş.  Ayrıca gözlerinde gurur ışıltısı ile doktoruna “ben iyiymişim” demek istiyormuş… Bunları görünce ve duyunca acaba hangi meslek insanı bu kadar tatmin eder diye düşünmeden edemiyordum.
Her şey çok mu güllük gülistanlıktı? Tabi ki hayır… Elbette ki olumsuz pek çok durum da vardı ama bu mesleği devam ettirebilmenin yollarından biri de olumlu deneyimleri hatırlayarak, birilerinin hayatında bir şeyleri değiştirdiğini bilerek yola devam etmektir. Denize atılan deniz yıldızları misali…
Gelelim yuvama, aile sağlığı merkezine… Öğle yemekleri arkasından yapılan sohbetler, aileler için kaygılarımızı paylaşmamız, “neler yapılabilir” hakkında konuşmalarımız benim için unutulmaz deneyimlerdi. Sevgili doktorları, hemşireleri, sekreteri, yemek ve temizlik personeli  her seferinde beni yuvamda gibi hissettirdiler. İyi ki sizleri tanımışım, iyi ki sizler varsınız… Hepinize sonsuz teşekkürler. Şimdilik hoşçakalın…
İşte böyle bir veda benimkisi, bağlanma ihtiyacı yüksek biri olarak, bu işyerime de çok bağlanmıştım. Ankara’nın bir ucundan öbür ucuna gitmek hiç de rahatsız etmemişti. Hele ki Mamak dolmuşlarında yeni yeni Ankara türküleri öğrenmek bile :) Şimdi yeni işe bağlanma arifesindeyim. Bakalım beni neler bekliyor?
A.Ş.K.K.’nın Ş.si

14 Eylül 2012 Cuma

Neden Böyle Bir Kural Var?

4 yaşını bitirmiş 5 yaşına girmiş kızımdan duyduğum bir cümle… Akşam yemeği hazırlıklarını yaparken, yemeklerini nasıl yiyeceklerini sordum bizimkilere. Menüde de taze fasulye ve pilav var. Acaba benim gibi yan yana mı yemek isterler, ayrı ayrı mı yoksa babaları gibi ayrı tabaklara koyup aynı zamanda mı yemek isterlerdi? Bu soruma kızımın cevabı “önce pilav, sonra fasulye” oldu. Ben de böyle bir şey olamayacağını, ancak iki seçeneği olduğunu söyledim (ya ikisi aynı tabakta ya da ayrı ayrı tabaklarda). Kızım ısrarcıydı, tabi ki ben de :) Sonra isyankar bir sesle “neden böyle bir kural var?” dedi ve ben dahil tüm yetişkinler kalakaldık. Çünkü cevabı kimse bilmiyor :) Aslında cevabı sonradan buldum, biraz sonra onu anlatacağım. Sadece “haklısın” diyebildim kızıma ve kendime göre bir şeyler buldum ya da “kıvırdım” desem daha doğru olacak :) Neyse ki olay sakince çözüldü ve masaya geçip yemeklerimizi yedik. O akşam bir arkadaşım da bizdeydi, onun da bizimkilerle aynı yaşta bir kızı var ve benzer şeyleri yaşadığını konuştuk ve tabi ki işimizin ne kadar daha zorlaşacağını da…
Evet gelelim bu durumun bende yarattıklarına… İki tür anneliğim vardı kızıma cevap verirken, biri güdüsel ya da çocukluğumda bana öğretilenlerle cevap veren anne, diğeri de bugüne kadar edindiğim değerler, inançlar ve eğitimimle cevap veren anne. Ancak sorun şurada ki, ilk tepkiyi veren, ilk olarak tariflediğim anne!! Kızım tarafından sorgulanınca ikinci tariflediğim anneye geçiş yapabildim :) Keşke ilk olarak ortaya ikinci anneliğim çıkabilseydi… Keşke tüm tepkilerimde yerlerini değiştirebilsem anneliklerimin… Bunu yapabilmek için de bayağı çaba sarfetmek gerekiyor, ben şu aralar bunun adımını atmaya çalışıyorum. Dr. Bülent Uran isimli bir yazarın “Geçmişin Hipnozunu Bozmak” isimli bir kitabı önerildi doktor ablamız tarafından. İnternette araştırdığımda şöyle bir cümle gördüm kitapla ilgili; “en büyük hipnozcular anne babalarımızdır”. Ve doktor diyor ki; “günlük yaşamdaki ilişkilerimizi, çatışmalarımızı her şeyimizi geçmişteki hipnozlar etkiliyor, elbette ki burada bahsedilen tüm hipnozlar olumsuz değil, olumlular da var” Bu cümleden yola çıkarak ve anne babalığı ilk olarak kendi anne babalarımızdan öğrendiğimize göre, onların bize yüklediği değerler, inançlar, kurallar bir zaman sonra bizim çocuklarımıza yüklemeye çalıştığımız değerler, inançlar ve kurallar oluyor. Bir nev-i hipnoz edildiğimizden hiç sorgulama ihtiyacı da hissetmiyoruz, üstüne üstlük aynı hipnozu devam ettiriyoruz. Çocuklarımız bu hipnozları sorguladığında da “kalakalıyoruz” :) Bol hipnozsuz günler dilerim.
Sözün özü; doktor Gülsüm ablaya ve canım dostum, sevgili meslektaşım Ebru’ya çok ama çok teşekkürler, insanın her yaşında öğreneceği ne çok şey varmış meğerse… Yolumu aydınlattınız, sizin de yolunuz hep aydınlık olsun.
A.Ş.K.K’nın Ş.’si

15 Ekim 2010 Cuma

A.Ş.K.K. AILESI “OKUL”LU OLDU!!!

Yaklaşık 2,5 ay önce kreşe başladık, önce yaz okulu, ardından 2 yaş grubu..
Kızımdan yana hiç şüphem yoktu alışma sürecinde ve de yüzümü kara çıkarmadı, oğlumun değişimler karşısında daha dirençli olması sebebiyle okula alışamayacağına ilişkin kaygılarım vardı ve düşündüğümüz gibi de oldu. Zorlandı ama neyse ki çabuk atlattı, şimdi yaşadıklarımı yazmak istedim

İlk güne ilişkin duygu ve düşüncelerimi paylaşayım öncelikle;
Eşimle çocukları teslim ettik, okuldan çıktık ve ben ağlamaya başladım, onları kollarıma aldığım gün gözümün önüne geldi, hani hep dilimizdedir ya "zaman çok hızlı" diye, ama bu sefer bu gerçeklik tüm çıplaklığıyla yüzüme çarptı, zaman inanılmaz hızlı ve çok acımasız :( ne çabuk büyüdüler, ne çabuk "çocuk" oldular !!!!:( 5 dakika kadar bu duygu selinin içinde çırpındım durdum ve sonra çocuklarımın çevrelerine uyum hızını görünce kendime geldim, A.Ş.K.K ailesi ile gurur duydum :) evet, sonunda başardık, sonunda "iyi" çocuklar yetiştirdik diye, çok şükür, Nerelerden nerelere geldik :) Yarım saat kadar onları kameradan izledik, öğlen yemeğinden sonra okuldan aldık.

Okulda ikinci günümüzde bakalım neler oldu;
Tahmin edin nasıl ayrıldık!!!
Ayakkabılarını değiştirdiler, öğretmenin elinden tuttular, bize sarıldılar, el sallayıp gittiler :))
“Nasıl yanii???” dedim, “bu kadar kolay mıydı yahu???”
Sonuç; kimse strese girmesin arkadaşlar, siz rahat olunca onlar da hiiiiç sorun çıkarmıyorlar
ben inanılmaz rahatım arkadaşlar, ilk defa bugün okulu aradım ve ilk kez böyle bir deneyimim oldu, telefonu açan kişiye kendimi tanıtırken bir tuhaf oldum, "merhaba ben şebnem, karin ve kuzey'in annesi" deyince garip duygular hissettim, daha önce okullarını aradığımda kendimi mesleğimle birlikte tanıtırdım, şimdi "anne" olarak tanımlamak çok heyecan verici çok doğrusu :)) bu duyguları yaşamak da kısmet oldu ya, daha ne isterim allahtan:))


Okulda 1. haftamızı doldurduk :)
Bugün öpücüklerle uğurlandık okuldan, zaten Karin çok çabuk uyum sağlamıştı da benim duygusal ve temkinli oğluşum 2-3 gündür sabahları ağlıyordu, bu sabah pek bir neşeli uğurladılar bizi, sanırım dirençleri kırıldı. Aslında öğretmenlerin yaptığı ama sanki bizimkiler yapmış gibi gönderdikleri etkinlik kağıtlarını da almak pek güzel :))))))))))

1.ayın sonunda ise;
Herşey yolunda, artık iyice “okul”lu oldular bizim minişler :))) Her sabah giyinip, hep beraber evden çıkıyoruz, arabada yüksek sesle müzik dinleyip sabah mahmurluğunu üzerimizden atmaya çalışıyoruz. Hiç mi sıkıntı yok, elbette var :) Akşam eve dönüşlerde en büyük sıkıntıları yaşıyoruz. 2 yaş krizinin tüm inatlaşmalarını, tüm öfke nöbetlerini ziyadesiyle yaşıyoruz. Bununla birlikte “birgün birgün bir çocuk, eve gelmiş kimse yok”, “köpek uçmak istemiş” şarkılarını söyleyip coşuyoruz, “kutu kutu pense oynayıp” kurtlarımızı döküyoruz :)))))))

2. ayın sonunda son durum;
Bizi kimse tutamaz artık, yaş krizimiz hafifledi, olgunlaştık :))
Ayrıca 4 kez de enfeksiyon atlattık, burnumuz aka aka onlar okula gitti, ben işe... En zor kısmı da buydu “okullu” olmanın; onlar hasta oluyorlar, iyileşiyorlar, ardından ben hasta oluyorum, sonra onlar tekrar hasta oluyorlar, sonra... gibi bir döngünün içinde buluvermek kendini..Zordu bu iki ay..Özellikle bugüne kadar ev işinde yardımcı olan kişiler (anne, bakıcı) gittikten ve bütün işler bana bakarken az sürünmedim.. İş arkadaşlarım artık bana acıyan gözlerle bakmaya başladı :) artık hepimiz bu düzene alıştık, en azından çocuklar biraz daha olgunlaştıkları için daha az sorun çıkarır hale geldiler, en yorucu olan kısmını bitirdik, neyse ki :)) bu arada bir bayram tatili geçti, bayram tatilinden sonra okula dönüşün çok zor olacağını düşünmüştüm, yine çok ama çok şaşırttılar beni. Oğlum sınıfına ve öğretmenine koşa koşa gitti, sıkıca sarıldı öğretmenine..Kızım da benzer bir duygu gösterisinde bulundu. Evet, itiraf ediyorum bozuldum :( sanki, işkence yapmışız da gardiyanların elinden kurtulmuş gibiydiler :) şaka bir yana, aslında bu görüntü beni mutlu etti, herşeyin yolunda olduğunun tek ama tek göstergesi!!

Evet, işte böyle geldi geçti 2 ayımız..Genel olarak baktığımda, okula ilişkin hep olumlu duygu ve düşünceler içindeydim ve içindeyim. Böyle olumlu düşüncelere sahip olmamda, böyle bir mesleğe sahip olmam var elbette... Hep şunu düşündüm; diyelim ki okulda yapılmaması gereken şeyler yaptılar veya farkında olmadan uygun olmayan davranışlarını pekiştirdiler, eşim de, ben de bunu hızlıca fark eder ve kendimiz düzeltebiliriz :) Böyle bir lüksümüz var neyse ki ve tabi ki çok şükür :)) Okulla ilişkili en çok zorlandığım şeyi yazmadan edemeyeceğim; uzman olmanın zorluğu yine :( Örneğin, çocuğunuz olumsuz bir davranış yapar, hemen öğretmeni ile konuşursunuz, “ne yapalım?” diye sorarsınız ya da çözüm üretirsiniz beraber. Işte bu noktada benim için zorluk başlıyor, söyleyemiyor veya çözüm üretemiyorum. Çünkü öğretmen, kendini “yargılanıyormuş veya suçlanıyormuş” gibi hissetmesin diye geri adım atıyorum ya da “bilmiş” anne olarak etiketlenirim” endişesi taşıyorum. Sanırım biraz zamana ihtiyacımız var, hem öğretmenin beni tanıması, hem de benim öğretmeni tanımam gerekiyor. Bu arada ilk veli toplantımızı da haftasonu yapacağız. Genelde bu tarz toplantılara “konuşmacı” olarak giden ben, “anne” olarak gidecek olmanın heyecanını yaşıyorum şu aralar :)

Yazıma okullu bıdıklarımdan incilerle son vereyim :)
* Bir akşam yemeğinden sonra ben mutfağı toparlarken bıdıklarımı salona yolladım, o sırada dağınık oyuncaklarını gören kızım, kardeşine dönerek ve bir yandan da şaşırmış bir şekilde ağzını kapatıp “Kujeeey, bunları toplamamışızz!!” dedi. Birlikte oyuncakları topladıktan sonra “kutu kutu pense oynayıp odalarına doğru yöneldiler :))

* Çantalarında, okulla ev arasında gidip gelen bir “iletişim dosyaları” var bizimkilerin.. Hergün yaptıkları aktiviteler hakkında bize bilgi veriyorlar. Örneğin, yemek yeme, uyuma, oyuna katılma gibi aktivitelere gülen yüzler ve/veya yıldızlar veriyorlar. Böylece biz de ne kadar başarılı olduklarını görüyoruz :)) Ayrıca boyama kağıtlarını da gönderiyorlar. Geçenlerde incelemek için elime aldım, o sırada yanıma geldi bizimkiler.. Boyadıkları resime bakarken “aa ne güzel kedi boyamışsınız bugün” dedim, ikisi birden atladılar “tedi diiiil, toookk” dediler, anlamadım doğal olarak, diğer dosyayı aldım elime, “hayır kuzular top değilmiş, aa özür dilerim köpekmiş” dedim, yine aynı şekilde “töpek diiiil, tooookk” dediler, sonra kağıdın üstündeki yazıyı gördüm, kocaman harflerle “DOG” yazıyordu, meğerse kuzularım ingilizce öğrenmeye başlamışlar, yani; IT'S A DOG!!:))

* Oğluma bir eşyasını odasını götürmesi ve yerine koymasını söyledim, tabi kızım durur mu o da peşinden gitti, içerden oğlumun sesi geliyor, yarı ağlamaklı "anne yapamıyoruuuummm" diye bağırdı. Çok gecikmeden Karin'den cevap geldi:"yapabilirsin Kujey"

* Karin'in şarkısı:
bigün bigün bi çoçuk
eve de gelmiş, kimse yok
dolabı açmış, ilaç içmiş
karnı ağrımış
kıvvım kıvvım kıvvanmış
hastaneye gitmiş, şurup içmiş, iyi olmuş

* Kuzey'in tekerlemesi:
ben:komşu komşu oğlun geldi mi
Kuzey: geldi, geldi
ben: ne getirdi
Kuzey: ekmek (bazen araba, balon vb. oyuncaklar da olabiliyor :)))
ben: kime, kime
Kuzey: bana bana, kediye
ben: kedi nerde?
Kuzey: su içti
ben: su nerde?
Kuzey: bıcı bıcı
ben: inek nerde?
Kuzey: möööööö
bundan sonra ben kopuyorum, çünkü tipik bir erkek gibi nesneler ve kişiler arasında sadece basit ilişkiler kurması beni çok ama çok eğlendiriyor :))

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Üstümüze Düşen ve Düşmeyen, Düşmemesi Gereken Vazifeler !!!

2. yaşımızı güle oynaya kutladık ve doludizgin ilerliyoruz....Burada kast ettiğim “doludizginlik” durumunu, bu dönemi yaşayan ve/veya yaşamakta olanların çok iyi anladığını tahmin ediyorum :)) evet, doğru cevap 2 yaş krizi :)))

Geçen akşam yakın bir arkadaşımın kına gecesine gideceğimiz için evde yemek derdi olmasın diye bir alış veriş merkezinde yemek yemek istedik. Karin ve Kuzey o gün okulda oldukça az uyumuşlar ve inanılmaz yorgun görünüyorlardı.(Bu arada kısa bir bilgi vereyim; çocuklar okula başladılar, bununla ilgili yazılarım da yolda:) Velhasıl alışveriş merkezine geldik, ben de pratik(!!) bir anne olarak, hazır gelmişken bir iki eksiğimizi tamamlamak istedim, keşke istemeseymişim!!! İşte o akşamüzeri yaşadıklarımız:

Olay 1: Kuzey kucakta taşınmak istedi, bilenler bilir, eşimin rahatsızlığından dolayı çocukları çok fazla taşıması uygun değil, dolayısıyla ihale bana kalıyor :) 1- 2 dakikalığına kucağıma aldım ama daha sonra yerçekiminin etkisiyle buna daha fazla dayanamadım, çünkü işten çıkmıştım, ayağımda topuklu ayakkabılarla yaklaşık 15 kiloyu kaldırmam ve uzun süre taşımam pek mümkün değildi. Dolayısıyla oğlum ilk “arıza” sinyalini vermeye başladı :))

Olay 2: Eşim ve Karin yemek bölümüne gittiler ve siparişleri verdiler, ben de oğlumla bir iki mağazaya baktım ve yemek bölümüne doğru giderken oğlum yine kucakta taşınmak istedi, reddettim talebini... her çocuk gibi mızıldanmaya başladı, ben önde o arkada yürürken, oğlum çevredeki insanların bakışlarını yorumlamış olmalı ki birden ağlama krizine girdi, yere oturdu, sonraki aşamada yere yattı...ben de biraz ilerideki masaya oturup beklemeye başladım.

Olay 3: Oğlum yerde debelenirken, oldukça yardımsever (!!) bir beyefendi oğlumu yerden kaldırdı, oğlum daha çok krize girdi, çünkü kaldırılmak istemiyordu, bir başka oldukça yardımsever (!!) bir beyefendi de ona balon uzattı... o noktada artık dayanamadım ve yanına gitmek zorunda kaldım, balonu beyefendiden aldım, nazikçe teşekkür ettim.

Olay 4: Oğlum sakinleşir gibi olduğunda, onu yerden kaldırdım, biraz zorlayarak yemek bölümüne götürdüm ve artık o noktada krizimiz doruk noktasına ulaştı, eşim, ben ve kızım sakin bir şekilde yemek yerken, oğlum yerlerde yuvarlanarak avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bir ara kafamı kaldırıp baktığımda, yemek katındaki tüm gözlerin benim ve oğlumun üzerinde olduğunu gördüm. Bu durumu tabi ki bir tek ben fark etmedim, cingöz oğlum da tüm bu olan bitenlerin farkındaydı :)

Olay 5: Yaklaşık 15 dakika boyunca oğlum yerlerde yuvarlandı, timsah gözyaşları döktü, sonunda “işbirliğine yönelik davranış” girişiminde bulundu, kalktı, yanıma geldi, ağlayarak beni çekiştirdi, “beni al” dedi, yani o yerde yuvarlanacakmış ve ben gidip onu kucaklayacakmışım...Tamamen görmezden geldik eşimle, hiç ilgilenmedik, en sonunda ağlayarak kucağıma geldi, sarıldı, 1-2 dakika oturduktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi döndü ve “tabuk (tavuk) yicem, ayran içcem” dedi ve işte mutlu son!! :)

Olay 6: Tüm bunlar olurken Karin, sakince oturup yemeğini yedi, yemeğini bitirdikten sonra, bu sefer Karin bir “patates kızartması” krizi ortaya çıkardı, patates kızartması istedi, verdim, kabul etmedi, benim kucağıma oturup kendisi almak istedi, izin vermeyince bilin bakalım ne oldu? Olay 4'ün kahramanı değişmiş, bu sefer kızım yerlerde debelenir hale gelmişti :) yine bütün yemek katındakilerin gözleri üzerimizdeydi

Sanırım manzara kafanızda canlandı...Şimdi gelelim ayrıntılara...

♣ 2 beyefendi kendilerince bana ve oğluma yardım etmeye çalıştılar (yerden kaldırmak ve baloın vermek gibi)
♣ Oğlum yerde otururken, her geçen oğlumun kafasını okşadı ya da “hadi kalk, ağlama” dediler
♣ Yemek bölümünde yemek yerken bir aile (anne, baba ve çocuk) “cık cık” yaparak yanımızdaki masadan kalktılar, anne baba bizim tarafa hiç bakmıyordu, ama çocuklar herşeyi belli ederler ya, o ailenin çocuğu da bize dik dik bakarak belli etti ve yanımızdaki masadan kalkıp başka yere gittiler
♣ Temizlikçi bayan, kızıma gayet yumuşak bir sesle, “ağlama, bak çok çirkin oluyorsun” dedi, yetmezmiş gibi “bak şimdi paspas getirip burayı sileceğim, bak seni de silerim sonra, hadi kalk yerden” dedi
Çevremizdeki kişilerle ilgili yazdıklarımın tamamı, doğrudan, yaşanmış şeyler, yani, benim yorumum değil, benim algım değil. Kısacası çevremizden aldığımız sözlü mesajlar, bir de algıladığım sözsüz mesajlar var ki... İnsanların vücut dilleriyle, bakışlarıyla gönderdiği mesajlar... Bunları anlatmaya sanırım kelimelerim yetmez :)

Tüm bu yaşananlardan ne gibi sonuçlar çıkardım?

♣ Toplum olarak aşırı koruyucu-kollayıcı bir yapımız var, belki de Türk kültürünü özel ve güzel yapan bir özellik, çevremize karşı duyarlı olmamızı sağlıyor, ancak, iş, çocuk yetiştirmeye gelince orada tökezliyoruz toplum olarak. Aşırı koruyucu-kollayıcı yapı, sağlıklı, özgüvenli çocuklar yetişmesini engelliyor. Olay 1'de anlattığım gibi, belki orada iyiniyetli bir şekilde çocuğumu sakinleştirmeye çalışan insanlar, aslında, oğlumun ekmeğine yağ sürdüler :) Amacı zaten bir şekilde dikkat çekip istediğini yaptırmak isteyen oğlum, çevreden aldığı sinyallerle iyice hırçınlaştı. Eve dönerken arabada düşündüm de, madem o kadar duyarlı bir toplumuz, neden sokaklarda dilenen, mendil satmaya çalışan çocuk var? Neden bu durumlara müdahale edilmiyor da alış veriş merkezinde kendini yerden tere atan çocuğun sorununu hemen çözme ihtiyacı hissediliyor?
♣ Hadi ben de iyiniyetli düşüneyim biraz :) Bütün gözler üzerimizde demiştim ya, belki de çevremizdeki insanlar bizim sorunu nasıl ele aldığımızı ve nasıl çözüm üreteceğimizi merak ettiler :) belki de kendilerini geliştirmek istediler, ama bu kadar da taciz edilmez ki !!! İçimden o an “hiç mi ağlayan çocuk görmediniz, bakmayın artık lütfen, çünkü siz baktıkça bu sorun çözülmüyor, oğlum şu anda sosyal çevrenin baskısını kullanıyor” demek geldi, ama daha fazla “hunili” muamelesi görmek istemedim :))
♣ Krizler esnasında söylenen sözleri yazdım, bilmiyorum farkında mısınız, hepsi korkutucu ve olumsuz ifadeler içeriyor. Yardım etme amaçlı söylenen sözler krizi daha da derinleştiriyordu. Toplum olarak cezaya, korkutmaya dayalı bir sistem içinde yaşadığımızın en büyük göstergesi çocuklarla konuştuğumuz dil!!
♣ Toplum olarak “farklılıklar”a tahammülümüz olmadığını mesleğimin ilk yıllarında gerek engelli çocuklarla çalışırken gerekse engelli çocuklarla çalışacak meslek elemanlarının yetişmesine katkı sağlarken farkına varmıştım. Çocuğum orada kriz içerisindeyken, bize dik dik bakan ailenin ve o aileden yetişen çocuğun da “farklılıklar”la yaşayabilecek dünya görüşünü olabileceğini zannetmiyorum.
♣ Eşimle aramda da şöyle bir diyalog geçti: Eşim “farkında mısın sınavdan geçiyoruz, başkalarına yapmalarını söylediğimiz şeyleri yapıyoruz, o yüzden taviz vermeyeceğim, demek ki yapılabilir şeyler bunlar” dedi, ben de “farkındayım, ben yaptıklarımdan şikayetçi değilim, gözlemlerim beni çok rahatsız etti” diyebildim :)
♣ 2 yaş krizi ile ilgili olarak bir çözüm buldum :) çocuklarıma doğum günlerinde tişört yaptırmıştım, üzerinde “2 yaşındayım”yazıyordu, yine böyle bir tişört yaptırıp üzerine büyük harflerle şöyle yazdırmak istiyorum:
“2 YAŞ KRİZİ YAŞAYAN 2Z EŞİYİM, LÜTFEN MÜDAHALE ETMEYİN!!” :)
Hatta eşim ve kendime de şöyle bir tişört yaptırabilirim:
“2 YAŞ KRİZİ YAŞAYAN 2Z ANNESİYİM/BABASIYIM, LÜTFEN MÜDAHALE ETMEYİN!! :)))

Sevgiler...

A.Ş.K.K'nın Ş.'si

3 Ağustos 2010 Salı

MÜKEMMEL ANNELER=MÜKEMMEL ÇOCUKLAR?? -BÖLÜM II-

Bu konuyla ilgili yazacak ne çok şey varmış meğerse...
Geçen sabah kızımın bezini değiştiren eşimin “bu işi milyon kez yaptım, her seferinde de böyle yapıyorum bayan mükemmeliyetçi anne!!!” eleştirisiyle irkildim. Nasıl yani? Yazdıklarım aleyhimde mi kullanılmaya başladı diye :) Şaka bir yana, farkında olmadan eşime müdahale etmişim, ama lensimi yeni taktığım için ve uzaktan çok net göremediğim için bezi ters taktığını gördüm, daha doğrusu zannettim ve müdahale ettim, karşılığında aldığım güzel (!!!) cevabı da yukarıda yazdım :) Eşime “net görememişim” diye açıklama yapmaya çalışsam da, bu sefer “neden izliyorsun?” eleştirisiyle karşı karşıya kaldım, yani neresinden tutarsam tutayım elimde kaldı :) Evet ben mükemmeliyetçiyim, bunu kabul etmem ve değişmem lazım, ama nereden başlamalı acaba? Sanırım şapkamı önüme koyup, itiraf etmem gerekiyor herşeyi :)

Yapılması gereken bir “iş” karşısında iç sesim ile beynimin konuşmasını aktarıyorum;

iç ses: rahat değilim
beyin: rahatla
iç ses: ya kimse beğenmezse
beyin: senin beğenmen önemli
iç ses: peki ben beğendim diyelim yine beğenmeyen çıkarsa...
beyin: beğenmesinler, bu onların tercihi, senin eksiklerini gösterir, bir dahaki sefere yapmazsın
iç ses: olmaz, bir seferde tam ve doğru olmalı
beyin: böyle bir şey mümkün değil, hiç hayatında böyle bir şey oldu mu? Herşey tam ve doğru oldu mu?
iç ses: evet olamaz, ama ben yine de böyle olsun istiyorum
beyin: e o zaman çalışmaya başla bakalım, olacak mı olmayacak mı?
Bir müddet sonra beyin yorulur, iç ses pes etmez :)
beyin: yeter artık!! yaptığın işi biraz beğen artık, oldu işte!!
iç ses: biraz daha iyisi olabilirdi
beyin: olabileceğinin en iyisi oldu, bak tüm vücut olarak yorulduk, daha fazla devam edemiyoruz
iç ses: huzursuzum ama oldu kabul edelim artık
beyin: zaten zaman da kalmadı, böylece kabul etmelisin
iç ses: birkaç kişiye de soralım, onlar da tamam derse, tamamdır

Benim durumumda, en güvendiğim kişi olan eşime sorarım, ondan da onay alındıktan sonra “iş” tamamdır. Eşime sorsanız, yaptığım “iş”le ilgili soru sorarken ve kendisinden onay aldıktan sonra bile yüzümde bir mutsuzluk ifadesi olduğu söyler :)

Gelelim bu durumun çocuklara yansımasına;
iç ses: iyi bir anne değilim
beyin: saçmalama! Birçok şeyi doğru ve zamanında yapıyorsun
iç ses: yok yok, yetemiyorum çocuklara
beyin: daha ne yapacaksın? çocuk gelişimine ilişkin birçok kişinin farkında olmadığı şeylerin farkındasın
iç ses: bir kere, zaman zaman sabırlı davranamıyorum
beyin: e olacak o kadar
iç ses: olmasın, hiç olmasın, bunu da başarabileyim
beyin: herşeyi bir arada başaramazsın, zaman zaman iyi bir anne olacaksın, zaman zaman da “iyi bir anne olma yolunda” anne olacaksın
iç ses: zaten başaramıyorum, hiç konuşmayalım daha iyi :)
beyin: kendine haksızlık ediyorsun, nasıl inandırabilirim seni?
iç ses: hiç fikrim yok!!!

Bendeki bu tartışma ve hesaplaşma heeepp devam edecek gibi.. Gerçi bu tartışma da olmasa nasıl eleştirebilirim kendimi diye düşünmeden edemiyorum ya da doğruyu nasıl bulabilirim!!

Geçen gün özlü sözlerle ilgili bir elektronik posta geldi ve şu söz beni çok etkiledi, sanırım mükemmeliyetçiliği aşmanın iyi bir yolu olabilir;

Dünyanın en güç işi bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir. (Mevlana)
Düşünün şimdi, çocuklarımızı yetiştirirken yapamadıkları ya da bize göre “iyi” yapamadıkları milyonlarca şey var. Ne yapmalı? Yukarıda yazan özlü söze göre sabırla beklemeli, sanırım mükemmeliyetçiliği yenmenin yolu “sabır”.
Sonuç itibariyle, çocuklarım hiçbir zaman benim kafamdaki gibi olmayacaklar ya da ben, kafamdaki “anne” olmayacağım. Eğer kendimin düşe kalka gelişen bir anne olduğumu kabul edersem ve onların düşe kalka büyümelerine izin verirsem, hepimiz daha MUTLU olacağız.
Yazıma yine elektronik posta ile gelen ve konu ile ilişkili olduğunu düşündüğüm bir yazıyla son vermek istiyorum;
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur
Günün birinde yolu bir dergaha düşen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi'nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler. Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır. Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır. Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır. Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için eller ta bileklere kadar açıktır. Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister. Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
“Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?”
Mevlevi, hiç beklemediği bu soru karşısında şaşırır. İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
”Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."
Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
“Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:
”Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
Not: Bu yazıyı yazarken bir arkadaşım (Saboş'um) okudu, Mevlana'nın sözünü çok beğendi ve yorumlar yaptı. En güzeli de; “eğer çocuk yetiştirirken bu tutumu benimsersen zaten, ermişsindir, Mevlana olmuşsun demektir, sorun da yok demektir” dedi. Bence de!!! :))))) Sizce???

27 Mayıs 2010 Perşembe

MÜKEMMEL ANNE=MÜKEMMEL ÇOCUK??

Artık bir "köşe"m var :) www.ikizanneleriyiz.biz sitesinin ana sayfasında, ismi de "A.Ş.K.K olsun" :) ee durum böyle olunca aynı anda hem blog sayfama hem de köşeme birşeyler yazmak güçleşiyor, dolayısıyla birine yazdığım bir yazıyı diğerinde de yayınlayacağım.

Mükemmel Anneler=Mükemmel Çocuklar ?
Uzun zamandır ihmal ettiğim “köşe”me tekrar birşeyler yazmanın heyecanı içindeyim. Aslına bakarsanız sonunda kendime ifade ettiğim şeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum; bu köşede yazı yazmaya başlayinca “yazamaz” olduğumu fark ettim, bunun sebebi de kendime ilişkin beklentilerimin ve çevremde algıladığım beklentilerin yükselmiş olması sanırım. Bu nedenle “ne yazsam?” sorusuna ilişkin bulduğum cevapları bir türlü beğenmiyorum, haftalardır kafamda uçuşan fikirleri bir o yana, bir bu yana attıktan sonra, “yazamama” halimi yazmaya karar verdim :)
Bunun sebebi de aslında en iyiyi yapma arzusu...
Hepimizde bir miktar olan, kimimizin yaşamında oldukça büyük bir yer kaplayan, kimimizi motive eden, kimimizin çevresinden eleştiriler almasına neden olan ve hatta kimimizin hayattaki tek amacı olan şu arzu... Aslında, mükemmeliyetçi kişilik özelliğidir bu durum
Bakalım şu mükemmeliyetçi kişilik özellikleri ne demekmiş?

“- Hatasız ve yüksek kaliteli iş yapma eğilimi
- Önemli işleri, doğru yapıldığından emin olmak için kendi başınıza yapma eğilimi
- Hatasız sonuç alma isteği nedeniyle, karar verme aşamasında geri dönüp ikinci kontroller yapma
- Kusursuza ulaşma çabası
- İdeale ulaşmaya çalışmak, hiç hata ve eksik yapmamayı arzulamak.
- Özgüven duygusu ile başarı paraleldir, yani başarılı oldukça özgüven duygusu gelişir
- Kendi düzenine uyulmasını bekleme

Kadınlarda erkeklerden daha sık rastlanıyor. (bu kısım oldukça önemli bence:)

Bir kişinin “mükemmeliyetçi” olup olmamasında ebeveynlerin mükemmeliyetçi yaklaşımları etkendir. Çocuk, anne ve babasının “mükemmeliyetçi” yaklaşımlarını model alabilir. Ayrıca, baskıcı ve koruyucu yaklaşımı olan ailelerde çocuk, eleştirilmemek adına mükemmeliyetçi tutumlar geliştirebilir. Ebeveynleri tarafından hataları, eksikleri sürekli gündeme getirilen çocuklar yetersizlik duygularını aşabilmek için kusursuz olmaya çabalarlar.

İyi bir eş olmak ve ideal bir aile anlayışı kişinin sorunları görmezden gelmesine neden olur. Limitlerini zorlar, bunun farkına varmaz. Farkına varsa da 'boşver' der geçer. Ama bir süre sonra bu kadar zorlamanın etkilerini yaşamaya başlar. Yorgunluk, bıkkınlık ve mutsuzluk yaşanır. Aynı durum çocuklarla ilişkilerinde de vardır. Kendi çocuk tanımı uslu, söz dinleyen, sorun çıkarmayan ve başarılı olandır. Kendi zihninde kurguladığı çocukla, oğlu ya da kızı arasındaki tepki farkları duruma müdahale etmesi için bir nedendir.”
kaynak: http://www.habertek.net/mukemmeliyetci-kisilik-nedir

Eveet tanıdık geliyor mu? Itiraf ediyorum sanki beni tanımlamışlar :)

Gelelim bu yapıda bir insanın ikiz çocuk sahibi olmasına!! maddeleri tek tek inceleyelim:
Hatasız ve yüksek kaliteli iş yapma eğilimi;
Önemli işleri, doğru yapıldığından emin olmak için kendi başınıza yapma eğilimi;

Çocuk bakımını ve eğitimini bir “iş” olarak görürsek eğer, illa ki “ben yapacağım” eğilimi ortaya çıkıyor, yani, “ben besleyeceğim, ben altını değiştireceğim, üstü başı tertemiz olsun, aman yemeğini de başkası yapmasın” ve tüm bunları yaparken de eksik olmamalı!!!!

Hatasız sonuç alma isteği nedeniyle, karar verme aşamasında geri dönüp ikinci kontroller yapma;
Çocuğumuzla ilgili işleri başkaları da yapsa “kimse anne gibi olamaz” anlayışıyla sık sık kontroller yapma, en azından hijyenik mi değil mi diye kontrol etme :)

Kusursuza ulaşma çabası
İdeale ulaşmaya çalışmak, hiç hata ve eksik yapmamayı arzulamak.

Çocuk bakımında herşey dört dörtlük olmalı, çocuğum çok güzel görünmeli, kimse “ay bunlar ikiz ya, annesi yetişemiyor herhalde” dememeli, kısacası tepeden tırnağa, ev, çocuk, kendimiz, eşimiz, çevremizdeki herşey “pırıl pırıl” olmalı!!!!

Kendi düzenimize uyulmasını bekleme;
Başkası bizim yaptıklarımızı yapmadığında, örneğin anneniz çocukların yıkanabilir önlüklerini bulaşık süngeriyle yıkadı diye kıyametler koparmak ya da eşiniz mamayı hazırlarken ılık su kullandı diye dünyayı başına yıkmak gibi durumlarda sanki, çocukların gelişiminde hayati bir tehlikeye sebep olmuşcasına saldırmak :)

Anne olmak demek, zaten, bir şekilde, mükemmeliyetçiliği beraberinde getiriyor, ikiz annesi olunca durum daha da zorlaşıyor. Çünkü mükemmeliyetçi olmak kişiye ve çevresine zaten yorgunluk, bıkkınlık ve mutsuzluk yaşatıyor.

Ancak ben mükemmeliyetçi yapının olumlu taraflarını da görüyorum, en azından bir ikiz annesi olarak, şöyle ki; çocukların biberonlarını bilmem kaç defa musluğun altında yıkarken kendi kendimi iyileştirdiğimi fark ettim :) Nasıl mı? Bu zaman dilimi kendimle başbaşa kaldığım bir zaman dilimi ve “düşünebildiğim” bir zaman dilimi, diğer zamanlarda düşünmeden, düşünemeden bir robot gibi görevlerimi yerine getiriyorum. Dolayısıyla her biberonu musluğun altında 10 sefer yıkarken rahatlayabiliyorum:) Belki sizler de çocukların önlüklerine 3 defa ütü basarak, ya da çarşafları hep aynı şekilde katlayarak, veya çocukların eşyalarını renklerine göre sıralayarak rahatlıyor olabilirsiniz. Herkesin tercihleri farklı :) Sonunda ne oluyor? Yorgunluk :( çünkü bir iş için bu kadar zaman ayırmak diğer işleri de oldukça hızlı bir tempoda yapmama sebep oluyor, ama olsun! Ben kısa süre içinde beyin fonksiyonlarımı yerine getirebiliyorum ya, bu bana yeter :)

Sonsöz; velhasıl, mükemmeliyetçilik pek de öyle hayatı kolaylaştıran bir durum değil, hele ki bu durum çocuklarımızı yetiştirmemize kadar varırsa işler iyice sarpa sarabiliyor. Unutmayalım ki bizlerin mükemmeliyetçi özelliklere sahip olmamıza neden olan anne babalarımız!! Dolayısıyla, çocuklarımızın da mükemmeliyetçi kişilik özelliklerine sahip olmaları da bizim elimizde :)
AMAÇ, “MÜKEMMEL” DEĞIL, “MUTLU” ANNE BABALAR OLMAK; “MÜKEMMEL” DEĞIL, MUTLU ÇOCUKLAR YETIŞTIRMEK…
Hadi bakalım, hepimize kolay gelsin :)
A.Ş.K.K’nın Ş.’si

Not: gördüğünüz üzere yazınca tam yazmışım, işte bir kişilik özelliği daha, yavaş yavaş sıyrılacağım sanırım :)

2 Mart 2010 Salı

K’LAR; ZAVALLI MI YOKSA ŞANSLI MI?: İKİ UZMANIN ÇOCUĞU OLMAK…

Haftasonu ikiz kuzenlerimizin doğumgünü partisindeydik, çok güzeldi, arka arkaya iki haftasonu İstanbul’a gitmenin yorgunluğu, ama bir o kadar da neşesi vardı hepimizde, ama keşke K’larım ve ben hasta olmasaydık dedim, daha da zevkli olabilirdi. En azından ben, yediklerimin tadını daha rahat alabilirdim :) İnanılmaz özenle hazırlanmış bir partiydi, ellerinize sağlık sevgili Öznur (kızımın deyişiyle genge) ve Akın (amca):)
Eşimin eğitimci, benim de psikolog ve çocuk gelişimi-eğitimi uzmanı olduğumu daha önceki yazılarımda bahsetmiştim. Doğal olarak bizim çocuklarımız mercek altına alınıyor ya da çevredeki insanların sorularından, bakışından bunları hissediyorum. Bu partide sevgili arkadaşım (Seyyal’ciğim) bunu yüksek sesle dile getirdi : “sizin çocuklarınızla ilgili bir şey söylenmez şimdi, anne pedagog, baba eğitimci, ne dense boş :)” haklı mıydı acaba, yoksa ben mi böyle algılıyorum. Bir diğer olay da; çocuklarımı doktor ablalarına muayeneye götürdüğümde kızım kendini yerden yere atıp muayene odasına girmemek için direnç göstermişti. Her çocuk gibi!!!!! Bu olaydan birkaç hafta sonra bir iş arkadaşımla karşılaştık ve –bana göre kinayeli bir biçimde- “kızınız hala kendini yerden yere atıyor mu?” diye sordu. Ne cevap verilir bilemedim. Benim çocuklarım diğer çocuklardan farklı olmak zorunda mı? Sanırım bu sorun, diyetisyenin zayıf olması gerekliliği, ya da bir diş hekiminin dişlerinde sorun olmaması gerektiği gibi bir durum mu?
Ben bunları düşünedururken, zaten, aslında tüm bunların beynimin bir yerinde tartışıldığını fark ettim :) Benim çocuklarımda bir sıkıntı olmamalı, “ideal” çocuk olmalı, hatta daha da ileri gidersek “mükemmel” çocuk olmalı.. mı acaba? Ya da ben, eşim ve çocuklarımız çevremizdekilere her zaman uygun model olmak zorunda mıyız?
Bir de çocuklarım açısından baktım olaya… ileride şunu diyeceklerine ve isyan edeceklerine eminim “ya, siz niye diğer anne babalar gibi değilsiniz?”, hatta isim vererek kıyas bile yapabilirler :) Çoğumuzun, ergenlik döneminde kendi anne babamızı beğenmeyerek yaptığı gibi :) Özellikle de haklarımızı ve özgürlüklerimizi sınırlandırdıklarında.. ee bu kaçınılmaz son demek ki. Dolayısıyla “farklı” olmak veya davranmak çok da anlamlı değil :) Ne olursa olsun onlar da her çocuk gibi büyüyecek ve her çocuk gibi olumsuz davranışları olacaktır.
Ben bir öğretmen çocuğuyum, ablam ve kardeşim bu baskıyı üzerlerinde hissettiler mi bilmiyorum ama ben bir öğretmen çocuğu olmanın baskısını üzerimde fazlasıyla hissettim. “Öğretmen çocuğu” olan başka arkadaşlarıma sorduğumda onlar da aynı yorumu yaptılar; başarısız olmak gibi bir şansımızın olmadığı, örnek öğrenci olmak gibi bir zorunluluğumuzun olduğu gibi baskılar. Acaba benim çocuklarım da bu tarz baskı hissederler mi acaba? Kendi kendilerine bunu üreteceklerini sanmam, yapsa yapsa çevrelerindeki insanlar böyle hissetmelerini sağlayabilir, benim hissettiğim gibi.
“Çocuklarım neler hissedecekler? Bu dönemde neler yapacaklar? Bu dönemde bunu yapması gerekiyor, neden yapmadı acaba? Şunları yaparsam şu gelişim alanlarını destekler miyim?” gibi soruları kendime hiiiç sormadığımı geçenlerde fark ettim. Gelişim değerlendirmesi için gelen ve bizimkilerle aynı yıl ve ay doğum tarihli bir çocuğu değerlendirirken büyük bir şaşkınlıkla fark ettim ki desteklemediğim çok beceri var :) tabi bunun üzerine birtakım önlemler alıp, hemen destek çalışmalarını başlattık.
Geçenlerde oğlum uykuya geçişte biraz ağladı, daha önce de ağlardı ve biz bu sorunu aşmıştık, bu sefer eşimle aramızda şöyle bir diyalog geçti:
Ben: acaba gitsem mi? Anne diye ağlıyor
Eşim: yok canım, ne gerek var, deniyor bizi, biraz sonra susar
Ben: o zaman sen git
Eşim gidiyor, geliyor, tekrar ağlama sesleri
Eşim: bak gördün mü, tamamen bizi denemek için yapıyor
Ben: ya, hani güvenlik ihtiyacı, belki sakinleştiremiyordur kendini, bu sefer de güvensiz hissetmesin kendini
Eşim: çok psikolojik açıdan yaklaşıyorsun, gerek yok bu kadarına
Ben: e benim işim bu
Eşim: çocukların, işin değil
O noktada tabi ki sustum, oğlum da sustu, sorun olmadan gece bitti

Sonuç; uzman da olsak, bizler anne babayız ve “anne baba” gibi davranıyoruz ve çocuklarımız tüm diğer çocuklar gibi, aynı dönemlerden geçiyorlar, aynı davranışları sergiliyorlar. Tek fark şu olabilir, kullandığımız dil ve davranışlarımız neticesinde bizi nelerin beklediğini bildiğimiz için biraz daha sabırlı, kararlı ve tutarlı olabilmemiz. Ee bu durumda, bize “daha çok” kolay gelsin :)


not: doğumgünü partisinden fotoğraflar henüz gelmedi, bu fotoğraf Ankara'lı ikiz anneleri ve babaları ile yaptığımız pazar kahvaltısından.
"Uzman" baba ve çocukları :)

İzleyiciler