A.Ş.K.K. ailesinin dünyasına hoşgeldiniz :))

İŞTE BİZ :)
ALTAN-ŞEBNEM-KARİN-KUZEY

 
Posted by Picasa

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Üstümüze Düşen ve Düşmeyen, Düşmemesi Gereken Vazifeler !!!

2. yaşımızı güle oynaya kutladık ve doludizgin ilerliyoruz....Burada kast ettiğim “doludizginlik” durumunu, bu dönemi yaşayan ve/veya yaşamakta olanların çok iyi anladığını tahmin ediyorum :)) evet, doğru cevap 2 yaş krizi :)))

Geçen akşam yakın bir arkadaşımın kına gecesine gideceğimiz için evde yemek derdi olmasın diye bir alış veriş merkezinde yemek yemek istedik. Karin ve Kuzey o gün okulda oldukça az uyumuşlar ve inanılmaz yorgun görünüyorlardı.(Bu arada kısa bir bilgi vereyim; çocuklar okula başladılar, bununla ilgili yazılarım da yolda:) Velhasıl alışveriş merkezine geldik, ben de pratik(!!) bir anne olarak, hazır gelmişken bir iki eksiğimizi tamamlamak istedim, keşke istemeseymişim!!! İşte o akşamüzeri yaşadıklarımız:

Olay 1: Kuzey kucakta taşınmak istedi, bilenler bilir, eşimin rahatsızlığından dolayı çocukları çok fazla taşıması uygun değil, dolayısıyla ihale bana kalıyor :) 1- 2 dakikalığına kucağıma aldım ama daha sonra yerçekiminin etkisiyle buna daha fazla dayanamadım, çünkü işten çıkmıştım, ayağımda topuklu ayakkabılarla yaklaşık 15 kiloyu kaldırmam ve uzun süre taşımam pek mümkün değildi. Dolayısıyla oğlum ilk “arıza” sinyalini vermeye başladı :))

Olay 2: Eşim ve Karin yemek bölümüne gittiler ve siparişleri verdiler, ben de oğlumla bir iki mağazaya baktım ve yemek bölümüne doğru giderken oğlum yine kucakta taşınmak istedi, reddettim talebini... her çocuk gibi mızıldanmaya başladı, ben önde o arkada yürürken, oğlum çevredeki insanların bakışlarını yorumlamış olmalı ki birden ağlama krizine girdi, yere oturdu, sonraki aşamada yere yattı...ben de biraz ilerideki masaya oturup beklemeye başladım.

Olay 3: Oğlum yerde debelenirken, oldukça yardımsever (!!) bir beyefendi oğlumu yerden kaldırdı, oğlum daha çok krize girdi, çünkü kaldırılmak istemiyordu, bir başka oldukça yardımsever (!!) bir beyefendi de ona balon uzattı... o noktada artık dayanamadım ve yanına gitmek zorunda kaldım, balonu beyefendiden aldım, nazikçe teşekkür ettim.

Olay 4: Oğlum sakinleşir gibi olduğunda, onu yerden kaldırdım, biraz zorlayarak yemek bölümüne götürdüm ve artık o noktada krizimiz doruk noktasına ulaştı, eşim, ben ve kızım sakin bir şekilde yemek yerken, oğlum yerlerde yuvarlanarak avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bir ara kafamı kaldırıp baktığımda, yemek katındaki tüm gözlerin benim ve oğlumun üzerinde olduğunu gördüm. Bu durumu tabi ki bir tek ben fark etmedim, cingöz oğlum da tüm bu olan bitenlerin farkındaydı :)

Olay 5: Yaklaşık 15 dakika boyunca oğlum yerlerde yuvarlandı, timsah gözyaşları döktü, sonunda “işbirliğine yönelik davranış” girişiminde bulundu, kalktı, yanıma geldi, ağlayarak beni çekiştirdi, “beni al” dedi, yani o yerde yuvarlanacakmış ve ben gidip onu kucaklayacakmışım...Tamamen görmezden geldik eşimle, hiç ilgilenmedik, en sonunda ağlayarak kucağıma geldi, sarıldı, 1-2 dakika oturduktan sonra, hiçbir şey olmamış gibi döndü ve “tabuk (tavuk) yicem, ayran içcem” dedi ve işte mutlu son!! :)

Olay 6: Tüm bunlar olurken Karin, sakince oturup yemeğini yedi, yemeğini bitirdikten sonra, bu sefer Karin bir “patates kızartması” krizi ortaya çıkardı, patates kızartması istedi, verdim, kabul etmedi, benim kucağıma oturup kendisi almak istedi, izin vermeyince bilin bakalım ne oldu? Olay 4'ün kahramanı değişmiş, bu sefer kızım yerlerde debelenir hale gelmişti :) yine bütün yemek katındakilerin gözleri üzerimizdeydi

Sanırım manzara kafanızda canlandı...Şimdi gelelim ayrıntılara...

♣ 2 beyefendi kendilerince bana ve oğluma yardım etmeye çalıştılar (yerden kaldırmak ve baloın vermek gibi)
♣ Oğlum yerde otururken, her geçen oğlumun kafasını okşadı ya da “hadi kalk, ağlama” dediler
♣ Yemek bölümünde yemek yerken bir aile (anne, baba ve çocuk) “cık cık” yaparak yanımızdaki masadan kalktılar, anne baba bizim tarafa hiç bakmıyordu, ama çocuklar herşeyi belli ederler ya, o ailenin çocuğu da bize dik dik bakarak belli etti ve yanımızdaki masadan kalkıp başka yere gittiler
♣ Temizlikçi bayan, kızıma gayet yumuşak bir sesle, “ağlama, bak çok çirkin oluyorsun” dedi, yetmezmiş gibi “bak şimdi paspas getirip burayı sileceğim, bak seni de silerim sonra, hadi kalk yerden” dedi
Çevremizdeki kişilerle ilgili yazdıklarımın tamamı, doğrudan, yaşanmış şeyler, yani, benim yorumum değil, benim algım değil. Kısacası çevremizden aldığımız sözlü mesajlar, bir de algıladığım sözsüz mesajlar var ki... İnsanların vücut dilleriyle, bakışlarıyla gönderdiği mesajlar... Bunları anlatmaya sanırım kelimelerim yetmez :)

Tüm bu yaşananlardan ne gibi sonuçlar çıkardım?

♣ Toplum olarak aşırı koruyucu-kollayıcı bir yapımız var, belki de Türk kültürünü özel ve güzel yapan bir özellik, çevremize karşı duyarlı olmamızı sağlıyor, ancak, iş, çocuk yetiştirmeye gelince orada tökezliyoruz toplum olarak. Aşırı koruyucu-kollayıcı yapı, sağlıklı, özgüvenli çocuklar yetişmesini engelliyor. Olay 1'de anlattığım gibi, belki orada iyiniyetli bir şekilde çocuğumu sakinleştirmeye çalışan insanlar, aslında, oğlumun ekmeğine yağ sürdüler :) Amacı zaten bir şekilde dikkat çekip istediğini yaptırmak isteyen oğlum, çevreden aldığı sinyallerle iyice hırçınlaştı. Eve dönerken arabada düşündüm de, madem o kadar duyarlı bir toplumuz, neden sokaklarda dilenen, mendil satmaya çalışan çocuk var? Neden bu durumlara müdahale edilmiyor da alış veriş merkezinde kendini yerden tere atan çocuğun sorununu hemen çözme ihtiyacı hissediliyor?
♣ Hadi ben de iyiniyetli düşüneyim biraz :) Bütün gözler üzerimizde demiştim ya, belki de çevremizdeki insanlar bizim sorunu nasıl ele aldığımızı ve nasıl çözüm üreteceğimizi merak ettiler :) belki de kendilerini geliştirmek istediler, ama bu kadar da taciz edilmez ki !!! İçimden o an “hiç mi ağlayan çocuk görmediniz, bakmayın artık lütfen, çünkü siz baktıkça bu sorun çözülmüyor, oğlum şu anda sosyal çevrenin baskısını kullanıyor” demek geldi, ama daha fazla “hunili” muamelesi görmek istemedim :))
♣ Krizler esnasında söylenen sözleri yazdım, bilmiyorum farkında mısınız, hepsi korkutucu ve olumsuz ifadeler içeriyor. Yardım etme amaçlı söylenen sözler krizi daha da derinleştiriyordu. Toplum olarak cezaya, korkutmaya dayalı bir sistem içinde yaşadığımızın en büyük göstergesi çocuklarla konuştuğumuz dil!!
♣ Toplum olarak “farklılıklar”a tahammülümüz olmadığını mesleğimin ilk yıllarında gerek engelli çocuklarla çalışırken gerekse engelli çocuklarla çalışacak meslek elemanlarının yetişmesine katkı sağlarken farkına varmıştım. Çocuğum orada kriz içerisindeyken, bize dik dik bakan ailenin ve o aileden yetişen çocuğun da “farklılıklar”la yaşayabilecek dünya görüşünü olabileceğini zannetmiyorum.
♣ Eşimle aramda da şöyle bir diyalog geçti: Eşim “farkında mısın sınavdan geçiyoruz, başkalarına yapmalarını söylediğimiz şeyleri yapıyoruz, o yüzden taviz vermeyeceğim, demek ki yapılabilir şeyler bunlar” dedi, ben de “farkındayım, ben yaptıklarımdan şikayetçi değilim, gözlemlerim beni çok rahatsız etti” diyebildim :)
♣ 2 yaş krizi ile ilgili olarak bir çözüm buldum :) çocuklarıma doğum günlerinde tişört yaptırmıştım, üzerinde “2 yaşındayım”yazıyordu, yine böyle bir tişört yaptırıp üzerine büyük harflerle şöyle yazdırmak istiyorum:
“2 YAŞ KRİZİ YAŞAYAN 2Z EŞİYİM, LÜTFEN MÜDAHALE ETMEYİN!!” :)
Hatta eşim ve kendime de şöyle bir tişört yaptırabilirim:
“2 YAŞ KRİZİ YAŞAYAN 2Z ANNESİYİM/BABASIYIM, LÜTFEN MÜDAHALE ETMEYİN!! :)))

Sevgiler...

A.Ş.K.K'nın Ş.'si

3 Ağustos 2010 Salı

MÜKEMMEL ANNELER=MÜKEMMEL ÇOCUKLAR?? -BÖLÜM II-

Bu konuyla ilgili yazacak ne çok şey varmış meğerse...
Geçen sabah kızımın bezini değiştiren eşimin “bu işi milyon kez yaptım, her seferinde de böyle yapıyorum bayan mükemmeliyetçi anne!!!” eleştirisiyle irkildim. Nasıl yani? Yazdıklarım aleyhimde mi kullanılmaya başladı diye :) Şaka bir yana, farkında olmadan eşime müdahale etmişim, ama lensimi yeni taktığım için ve uzaktan çok net göremediğim için bezi ters taktığını gördüm, daha doğrusu zannettim ve müdahale ettim, karşılığında aldığım güzel (!!!) cevabı da yukarıda yazdım :) Eşime “net görememişim” diye açıklama yapmaya çalışsam da, bu sefer “neden izliyorsun?” eleştirisiyle karşı karşıya kaldım, yani neresinden tutarsam tutayım elimde kaldı :) Evet ben mükemmeliyetçiyim, bunu kabul etmem ve değişmem lazım, ama nereden başlamalı acaba? Sanırım şapkamı önüme koyup, itiraf etmem gerekiyor herşeyi :)

Yapılması gereken bir “iş” karşısında iç sesim ile beynimin konuşmasını aktarıyorum;

iç ses: rahat değilim
beyin: rahatla
iç ses: ya kimse beğenmezse
beyin: senin beğenmen önemli
iç ses: peki ben beğendim diyelim yine beğenmeyen çıkarsa...
beyin: beğenmesinler, bu onların tercihi, senin eksiklerini gösterir, bir dahaki sefere yapmazsın
iç ses: olmaz, bir seferde tam ve doğru olmalı
beyin: böyle bir şey mümkün değil, hiç hayatında böyle bir şey oldu mu? Herşey tam ve doğru oldu mu?
iç ses: evet olamaz, ama ben yine de böyle olsun istiyorum
beyin: e o zaman çalışmaya başla bakalım, olacak mı olmayacak mı?
Bir müddet sonra beyin yorulur, iç ses pes etmez :)
beyin: yeter artık!! yaptığın işi biraz beğen artık, oldu işte!!
iç ses: biraz daha iyisi olabilirdi
beyin: olabileceğinin en iyisi oldu, bak tüm vücut olarak yorulduk, daha fazla devam edemiyoruz
iç ses: huzursuzum ama oldu kabul edelim artık
beyin: zaten zaman da kalmadı, böylece kabul etmelisin
iç ses: birkaç kişiye de soralım, onlar da tamam derse, tamamdır

Benim durumumda, en güvendiğim kişi olan eşime sorarım, ondan da onay alındıktan sonra “iş” tamamdır. Eşime sorsanız, yaptığım “iş”le ilgili soru sorarken ve kendisinden onay aldıktan sonra bile yüzümde bir mutsuzluk ifadesi olduğu söyler :)

Gelelim bu durumun çocuklara yansımasına;
iç ses: iyi bir anne değilim
beyin: saçmalama! Birçok şeyi doğru ve zamanında yapıyorsun
iç ses: yok yok, yetemiyorum çocuklara
beyin: daha ne yapacaksın? çocuk gelişimine ilişkin birçok kişinin farkında olmadığı şeylerin farkındasın
iç ses: bir kere, zaman zaman sabırlı davranamıyorum
beyin: e olacak o kadar
iç ses: olmasın, hiç olmasın, bunu da başarabileyim
beyin: herşeyi bir arada başaramazsın, zaman zaman iyi bir anne olacaksın, zaman zaman da “iyi bir anne olma yolunda” anne olacaksın
iç ses: zaten başaramıyorum, hiç konuşmayalım daha iyi :)
beyin: kendine haksızlık ediyorsun, nasıl inandırabilirim seni?
iç ses: hiç fikrim yok!!!

Bendeki bu tartışma ve hesaplaşma heeepp devam edecek gibi.. Gerçi bu tartışma da olmasa nasıl eleştirebilirim kendimi diye düşünmeden edemiyorum ya da doğruyu nasıl bulabilirim!!

Geçen gün özlü sözlerle ilgili bir elektronik posta geldi ve şu söz beni çok etkiledi, sanırım mükemmeliyetçiliği aşmanın iyi bir yolu olabilir;

Dünyanın en güç işi bir şeyin nasıl yapılacağını bilirken, başka birinin nasıl yapamadığını ses çıkarmadan seyretmektir. (Mevlana)
Düşünün şimdi, çocuklarımızı yetiştirirken yapamadıkları ya da bize göre “iyi” yapamadıkları milyonlarca şey var. Ne yapmalı? Yukarıda yazan özlü söze göre sabırla beklemeli, sanırım mükemmeliyetçiliği yenmenin yolu “sabır”.
Sonuç itibariyle, çocuklarım hiçbir zaman benim kafamdaki gibi olmayacaklar ya da ben, kafamdaki “anne” olmayacağım. Eğer kendimin düşe kalka gelişen bir anne olduğumu kabul edersem ve onların düşe kalka büyümelerine izin verirsem, hepimiz daha MUTLU olacağız.
Yazıma yine elektronik posta ile gelen ve konu ile ilişkili olduğunu düşündüğüm bir yazıyla son vermek istiyorum;
Ne kusursuz insan ara, ne de insanda kusur
Günün birinde yolu bir dergaha düşen kendi halinde bir adam, dergâhta, bir Mevlevi ile bir Bektaşi'nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler. Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır. Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır. Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır. Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için eller ta bileklere kadar açıktır. Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister. Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
“Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?”
Mevlevi, hiç beklemediği bu soru karşısında şaşırır. İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
”Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini kapatırız."
Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
“Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:
”Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
Not: Bu yazıyı yazarken bir arkadaşım (Saboş'um) okudu, Mevlana'nın sözünü çok beğendi ve yorumlar yaptı. En güzeli de; “eğer çocuk yetiştirirken bu tutumu benimsersen zaten, ermişsindir, Mevlana olmuşsun demektir, sorun da yok demektir” dedi. Bence de!!! :))))) Sizce???

İzleyiciler